23 Mayıs 2018 Çarşamba

Farshid Moussavi


Yayınlanmamış haberler #3. Haftasonu eki için hazırlanan bu söyleşi, o günlerde içi doldurulması gereken bir basın bültenleri ve reklam kombini fasarya eke kurban gitti. Çok hoş sohbetti oysa.

Metropolde bir 'meydan' 

Ümraniye’de açılan Meydan Alışveriş Merkezi’nin deneylere tutkun İranlı mimarı Farshid Moussavi, yıllardır içeriyle dışarıyı iç içe geçiriyor; cansız boşlukları hayatın aktığı kamusal alanlara çeviriyor

Ümraniye’nin sıra dışı tasarımıyla şaşırtan yeni alışveriş merkezi Meydan, 15 Ağustos’taki açılışından sonra ‘merhaba’ partisini 15 Ekim’de verdi. Ünlü konuklar arasında, eşiyle birlikte Meydan’ın mimarı, dünyada pek çok büyük ve önemli mimari projeye imza atan Londra merkezli Foreign Office Architects’in kurucusu olan Farshid Moussavi de vardı. Moussavi’yi kısa gezisinde yakalamışken, ‘deneysel’e olan inancının ve içeriyle dışarıyı, nihayet insanları tek bir yerde kaynaştırma motivasyonunun içini açtırdık.

Meydan Projesi’nin sürecini anlatır mısınız? Müşterinin ihtiyaçları neydi, siz nasıl çözümler getirdiniz?

Talep eden firma Metro bir mimarlık yarışması düzenledi, katılan ofislerden biri de bizdik. Yarışma neredeyse bir workshop gibiydi; herkes aynı yerdeydi ve tasarımı orada, birkaç gün içinde yaptık. Bize detayları anlattılar, onlara taslak olarak bu tasarımı sunduk ve bizi seçtiler. Artık mimarların yarışmalar sonucu seçilmeleri sık görülen bir uygulama. Bu yarışma oldukça basit ve verimli oldu çünkü bence aradıkları sadece bir tasarım değil, aynı zamanda üzerinde çalışabilecekleri bir pratikti.

Sizce neden ‘meydan’ fikrini seçtiler?

Yarışmaların en harika tarafı bu çünkü eğer daha önce yaptığınız bir şeyi tekrar etmek istiyorsanız, bir yarışmaya katılmanızın anlamı yoktur. Bence Metro, tipoloji üzerinde gerçekten yeniden düşünülmesini ve iddialı bir tasarım yaratılmasını istiyordu. Bizim burada önerdiğimiz, mağazaların dip dibe, kutu kutu dizildiği ve aralarında kalan alanın ‘artık’ olduğu bir küme yerine, bu alanları bir kamusal alan gibi düzenlemekti. Normalde alışveriş merkezleri kapalıdır ve bu kamusal alanlar içerde kalır. Buradaki problem, mekânın değişen iklime, ışığa vs. uyum sağlamaktan yoksun olması. Oysa burayı dışarı açmak, bu kamusal alanın gerçek bir kamusal alan olması anlamına geliyor. O zaman burası galerilerde ve alışveriş merkezlerindeki planlanmış, içerde kalan açık alanlardan daha çok, hepimizin şehir meydanlarında sevdiği, planlanmamış kamusal alanlara benziyor. Bu bölgeye has olduğunu düşündüğümüz özellikleri de kullandık. Arazinin bir köşesiyle diğeri arasındaki seviye farkı çok fazla. Ayrıca gelecekte burada yeni evlerin inşa edileceğini ve bu yönün (IKEA bölümü) büyüyeceğini biliyorduk. IKEA tarafından, daha uzaktaki park yeri tarafından ve tüm diğer yönlerden insanların buraya geleceğini düşünerek, geleceği de öngörebilen bir proje yapmak istedik. Bir şekilde bu peyzaj onları doğal bir şekilde tek bir mekana toplayacak. Farklı giriş yolları sunarak önceliklerine göre insanları ayrıştırmayacak. Tüm bunlar bu topografyayı bir şekilde yoğuruyor ve eklemliyor. Burada ‘içeri’ ve ‘dışarı’yı sert bir biçimde bölmek yerine bir orta yol bulmak fikri üzerinde oynamak istedik. Örneğin, meydandan aşağı inen peyzaj ve park yerinden aşağı inen kısım… Tüm bunların nasıl ayrışıp birleşebileceğini görmeye çalıştık. Meydan parka doğru inerken, park yeri doğal bir ışıkla aydınlanıyor; arabanızı park ederken ışığı hemen görüyorsunuz. Bu çok güzel bir vurgu, sadece araba parkını havalandırmakla kalmıyor, aynı zamanda şemanın kalbinin neresi olduğunu ve nereye yönelmeniz gerektiğini hemen anlayabilmenizi sağlıyor. Zemin, alışveriş birimlerini yutarak bir aktivite mekânı haline geliyor, topoğrafya pek çok farklı şekilde kullanılarak aktif hale geliyor. Aşağı indikçe bir oturma alanına, şelalelere dönüşüyor; yukarıya çıkan basamakları tırmandıkça sinema haline geliyor.

Bu projeyi, kurucusu olduğunuz Foreign Office Architects’in (FOA) son dönemde odaklandığı konular ve fikirlerle nasıl bağlantılandırıyorsunuz?

FOA belli bir boyuta eriştiğinden, çok farklı projelere imza atıyoruz, her proje bir peyzaj projesi olmuyor. Ama kamusal alanla özel ve ticari alanı, peyzajla mimariyi iç içe geçirmek, mimariyle şehirleşmenin ilişkisi başından beri üzerine düşündüğümüz konular. Son dönemde çok sayıda alışveriş merkezi tasarladık. Büyük bir alanı kapsayan projelerde, alana bir peyzaj olarak yaklaşmak mümkün ama tek bir büyük mağazayla ilgili bir projede peyzaja ihtiyaç yok. Böyle projelerde önemli olan binanın derisi çünkü alışveriş binaları normalde boştur, bir ön cepheye ihtiyaçları yoktur. Tüm projelerde önemli olan, şehre alışveriş rahatlığının özel dünyasından bir şeyleri geri verebilmek ama bunu yaparken kullandığımız mekanizmalar farklı farklı.

Sizce kamusal alanla özel alanın birbiri içinde erimesinin, Ümraniye bölgesi için önemi nedir?

Açıkça görüyoruz ki Ümraniye büyümesini henüz tam olarak tamamlamadı, daha pek çok gelişmeye gebe. Sadece çevremizdeki alanı biliyorum, daha geniş bölgeyle ilgili bilgim yok ama bence burada özen gösterilmesi gereken nokta, kamusal alanların toplanacağı bir açıklığa izin vermek. Unutmamalıyız ki, şehirlerde binalar arasındaki alanlar da en az binalar kadar önemli çünkü o binayla ilgili deneyiminizin birer parçası onlar. Metro’nun, işin bu kısmını da sorumlulukları arasında görmesi çok güzel. Burada, İstanbul’un çok önemli bir bölgesinde bir ticaret merkezi inşa ediliyorsa, bunun karşılığında burayı insanların hiçbir şey satın almasalar bile gelip hoşça vakit geçirebilecekleri bir yer haline getirmek önemli. Bu tür boş vakit mekanları, sadece size bir şey satmaya çalışan mekanik yerler olmamalı, sizin gündeliğinizin bir parçası, ilginç bir deneyim haline gelmeli. Hepimiz şehirde meydanlardan hoşlanırız, basitçe oturup izlemekten. Şimdi de burada bir sürü çocuk görüyorum, buraya sadece takılmak için gelmişler. Bu bana gerçekten keyif veriyor ve bence Metro’nun yapmak istediği de buydu.

‘Alışveriş merkezi’ kavramının geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz? Gündelik hayatımızın yerleşik bir parçası haline gelmesi kaçınılmaz mı?

Hatırlamanız gerekir ki geliştiriciler, satmadığı sürece hiçbir zaman yeni bir alan yaratmazlar. Satıyor, çünkü hepimiz bunu seviyoruz. Bu yüzden kaçınılmaz bence. Modern hayatımız ve rahatlığa olan sevgimiz artıyor, şehirlerde ulaşım arabalara dayanıyor, birçok rahatlığı bir arada yaşıyoruz. Buradaysa bir süpermarket bir hipermarketle, daha küçük mağazalarla ve sinemayla tek bir alanda bir araya getiriliyor, arabayla kolayca ulaşmak mümkün oluyor. Bir zamanlar bu yapılar şehir dışındaydı ve o zaman mimarilerinin bölgeyle ilişkili olması, kaliteli tasarımlara sahip olmaları için fazla bir neden yoktu. Fakat bunu şehrin merkezine yaptığınız anda, mimarisi, kalitesi önem kazanıyor. Bunları şehrin ortasına atılmış ve her yerde aynı işlevi görecek büyük birer baraka gibi değil, şehrin bir parçası olarak görmek gerek; onları dokuya yedirmek, dünyanın bu noktasındaki insanların şehri kullanış biçimleriyle ilişkilendirmek. Örneğin, İstanbul engebeli bir yer, düzlem değiştirmek, İstanbul’daki deneyiminizin sabit ve eşsiz bir parçası. İnsanlar buna alışıklar; rampaları, bayırları kullanmak zorunda olmak onlara korku vermiyor. Ayrıca dışarıya oturmaktan hoşlanıyor insanlar. Buraya her geldiğimde terası olan kafelerin, barların, restoranların sayısının arttığını görüyorum. Bu yüzden Meydan’ın tasarımı dış alan kullanımını en üst düzeye çıkarmayı ve bu doğa sevgisini rahatlık ve alışveriş ortamıyla iç içe geçirmeyi de amaçlıyor. Böylece o eşsiz ve farklı bir hale geliyor. Bu, buradaki belirli bağlama karşılık geliyor. Yanda IKEA, engebeli bir arazi var. Çevre henüz gelişmemiş ama kısa sürede genişleyip kalabalıklaşacak, Meydan da gelecekte bu yoğunluğun ortasında kalan bir pazaryerine dönüşecek. Çevresindeki alan kalabalıklaştıkça mekânın etkisi artacak ve yarattığı açıklık ve boşluk takdir edilir hale gelecek.

Yeni bir şehirde yeni bir bölge üzerine çalışacağınız zaman nasıl bir ön hazırlık yapıyorsunuz?

Etrafta dolanmaya, buluştuğumuz insanlarla konuşmaya çalışıyoruz ve aynı zamanda oranın sanatı, ticareti ve endüstrisiyle ilgili okuyoruz. Bu, bir yerin ayırt edici özelliklerine dair bir hızlı bir tarama gibi oluyor. Bunların hepsi mimari olamaz, bunu akılda tutmak gerekiyor; mimari bir kültürün her şeyini içeremez. Ama bulmaya çalışmanız gereken şey, mimari açıdan bazı özellikleri nasıl ele alacağınız. Örneğin buranın bin tane sonu olsun istemedik ve normalde mimarların büyük binalarla çalıştığı gibi çalıştık. Oysa havayolları veya alışveriş merkezlerinin genellikle bin tane rengi, bin tane sonu ve detayı vardır ve hepsi çok dağınıktır. Biz düşündük ki eğer burası bir peyzaj ise bir basitliği olmalı ve bu peyzaj, her büyük binada görebileceğimiz farklılaşmaları bir arada tutabilecek, birleştirici unsur olmalı. Buradaki her bir mağazanın kendi iç tasarımı, ışıklandırması vs. var ve bizim işimiz bunları birbirine bağlayacak bir altyapı sağlamak. Bunların içine sızacak az miktarda malzeme ve az miktarda detay olmalı ama içeri sızdıkça da değişmeli.

Bienal’e göz atma şansınız oldu mu bilemiyorum. Bu yılın başlığı ‘Küresel Terör Çağında İyimserlik’. Bu başlık size neler çağrıştırıyor? İyimserliğe inanır mısınız?

Ben iyimserliğe fazlasıyla inanan biriyim. Eğer umudunuz yoksa ve iyimser değilseniz, her şeyi unutup gidebilirsiniz o zaman. Bence bunu çok farklı boyutlara taşımak mümkün, bir bireyden bir insan topluluğuna, kurumlara ve milletlere kadar. Bence bu çok önemli. Bienal’in tezini okumadım; içinde siyasi bir mesaj olduğu belli ancak içeriğini bilmiyorum. Bence mimar olmanın en harika yanlarından biri, insanların yaşamlarını şekillendirmelerine yardım etmeniz ve bunun içinde zaten iyimserlik var, her tür mimarlık projesinde, yaratıcılık, inşa, inovasyon, hepsinde. Bence iyimserlik mesleğimizin basit bir parçası.

Mimari tasarımda bugün küreselleşmenin yarattığı kültür mü yoksa milli sınırlar mı daha etkili?

Bence zorluk herhangi bir projenin küresel pazarda, küresel toplumda oynadığı rol kadar bireysel alanda oynadığı rolü de görebilmekte. Yani küresel düşünüp yerel davranmak, tam anlamıyla bu.

Çok büyük firmalarla çalışıyorsunuz. Yaratıcılığınızı ve özgürlüğünüzü nasıl koruyorsunuz?

Bence büyük firmaların bize gelme sebebi, yaratıcılıkla ilgilenmeleri. Tüm müşterilerimiz büyük firmalar değil bu arada, daha küçük, tekil işlerle de ilgileniyoruz ama büyük çaplı projelerin altından kalkabilecek çap ve deneyime sahibiz ve bu tür projeler de daha büyük firmalarca destekleniyor. Bence onlar bizim aynı anda hem yaratıcı ve deneysel hem de pragmatik olabilme becerimizden etkileniyorlar; yani hem projeyi şekillendiren gerçeklerin farkında olmak hem de bunları sorgulayabilmek ve yeni bir şey çıkarmaya çalışmak. Bence Meydan bir deneydi, hem bizim için hem de Metro için ve heyecan verici tarafı da bu. Tanrı sağolsun bu kez işledi. Alınacak risklerin hesabını yaparken bol bol konuştuk ve tartıştık ama sonuç olarak iyi bir müşteri, aynı şeyi yeniden yaptırmak değil yeni bir şey denemek isteyendir. Biz koruma altındayız çünkü sevdiğimiz şey sorgulamak; nasıl tasarlayacağımızı, nasıl bir araya getireceğimizi ve nasıl düzenleyeceğimizi belirlemek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder