23 Mayıs 2018 Çarşamba

Elhamra



Yayınlanmamış haberler #1. Bu bir 'kaybolan geçmiş' haberi, Ocak 2007'de yazılmış . Editörümün haber önerilerime itiraz etmek yerine, hepsini önce yazdırıp, sonra e-posta hesabında okumadan bekletmeyi tercih ettiği bir döneme denk geldi. İlk paragrafını açıp okuması için yalvardığımı bilirim çünkü çok sevmiştim, orayı, o çınar mekanın içinden çıkan kutu kutu eski hikayeleri. Aradan aylar geçti; Elhamra, kulüp olarak yeni bir tarih yazmaya başladı. Haberse hala editörün postasında yapayalnız duruyordu. Burada daha iyi duracak. 

Cadde-i Kebir’de Kaybolan Bir Sinema: Elhamra 

Beyoğlu’nun büyük kısmını kül eden 1831 yangınının ardından kurulan Cine Alhamra, 1999 yılında yaşadığı ikinci yangınla perdelerini bir daha açılmamak üzere kapattı. Önceki haftalarda gece kulübü olarak tekrar hizmete sokulan Elhamra Sineması’nın tarihini, pek çok unutulmaz oyunda Elhamra Sahnesi’ni paylaşmış Genco Erkal ve Gülriz Sururi’nin anılarıyla yeniden yazdık.

Atatürk’ün sineması

Elhamra Sineması, Beyoğlu’nun büyük bir kısmını kül eden 1831 yangınının enkazı üzerine kuruluyor. Grand Rue de Pera’nın 320 numarası olan Fransız Tiyatrosu bu yangında kül olan eserlerden biri. Osmanlı’nın kentine karşı nezaketinin gereği, o zamanlar yıkılanların yerine aynı özenle yenileri konurmuş. Fransız Tiyatrosu’nun yerine İtalyan Guistiniani yeni ve muhteşem bir tiyatro yaptırmış. Eduard Salle’ın eklediği balo salonu ile burası Palais de Cristal diye anılmaya başlamış. Alhamra, 1923 yılında Elhamra Sineması adıyla yeniden açılıyor, Cumhuriyet’e de gözünü bu isimle açıyor. Geniş kadife koltukları, locaları, pirinçten duvar lambaları, Kütahya işi çinileri, balkonunda tuvaleti, her seansta 400 kişiyi ağırlayan salonu ile zamanının en çağdaş ve en görkemli tasarımlarından biri. Tanıtımı için el ilanları, kataloglar, çift yapraklı gazeteler basılan Elhamra Sineması, o günden sonra seyircilerine dünya sinemasının en gözde örneklerini sunuyor. İlk sesli film olarak bilinen 1927 yapımı Caz Şarkıcısı (The Jazz Singer) filmi 1930’da burada gösterildiğinde büyük olay oluyor. Elhamra esas şanını ise “Atatürk’ün sineması” olarak kazanıyor. Mustafa Kemal, İstanbul ziyaretlerinde yalnızca Elhamra’da film izliyor, filmlerin gösterime uygunluğunu da denetliyor. Salonun ilk iki sırasında yer alan göz alıcı, maroken koltuklar bu ziyaretler için hazırlanmış olsa gerek.

Sinema Pera’da izlenir

Giovanni Scognamillo, “Cadde-i Kebir’de Sinema” adlı kitabında Elhamra’nın da ruhunu bulduğu “başkentin başkenti” Pera’nın salonlarını ve Pera seyircisini şöyle anlatıyor: “Frenkçe adlar taşıyan, adlarını 30’lu yılların sonlarında Türkçeleştiren bir dizi salondur bunlar. Frenkçe adlarla açılan bu sinemaların çoğu müşterisi de tipik Pera müşterisidir, sinemayı ilkin şaşırtıcı bir teknik olay olarak karşılayan, daha sonra son derece çağdaş bir gösteri, sonunda toplumsal ve şık bir gösteri, bir eğlence olarak benimseyen. Böylece bu müşteriye uygun, onun zevkine uyan, onun beğenilerinin doğrultusunda olan salonlar inşa edilip dekore edilmiş, yine bu doğrultuda programlar düzenlenmiş, filmler seçilmiş, türler ve yıldızlar tanıtılmıştır.”

Pera’da sinemanın sonraki yıllarını, 1950’leri, doğma büyüme Beyoğlulu Genco Erkal’dan dinliyoruz: “İlk gençlik yıllarımda Lale Sineması’nın karşısındaki bir apartmanda oturdum. O dönemde haftada bir film değişirdi. Oturduğum evden hem Yıldız Sineması’nın hem Lale Sineması’nın büyük panolarını görürdüm. Onlar parça parça aşağı iner, üstüne yeni oynanacak filmin billboarddan daha büyük tanıtım resimleri yine parça parça konurdu. Sonra o parçalar yukarıya doğru çekilir ve o hafta ne oynayacağı, bütün resim ortaya çıkardı. Ben gece üçe, dörde kadar merakla oturup onları izlerdim. Sonra sıra sıra filmlerin hepsini dolaşırdım. Gerçekten o dönem sokağa çıktığınız vakit Yeşilçam’ın yıldızlarıyla karşılaşırdınız. Ya film setinden dönüyor ya sete gidiyor olurlardı. Taksim’den Tünel’e bir gezinti yeriydi. Orada gerçekten çok şık giyinmiş Ayfer Feray’a, Türkan Şoray’a rastlardınız, Ayhan Işık’a rastlardınız. Tiyatro yıldızlarına da tabii. Gerçekten bir Pera kültürü vardı o zaman.”

Sinemadan tiyatroya

Her yeni gün, ömrümüzden yitendir aynı zamanda. Elhamra da yıllara direnirken sık sık isim ve kostüm değiştiriyor, farklı ellerde farklı renklere, farklı kimliklere bürünüyor. Hem bir yeni soluk alıyor her seferinde hem de canından bir parça veriyor değişen zamanlara. 1936’da adı değişiyor, Sakarya Sineması oluyor. 1944’te eski adına kavuşuyor, ancak eski kimliğiyle fazla dayanamıyor. Kıyıda, köşede kaldığı, iş yapmadığı için 1962 yılında tiyatroya dönüştürülüyor.

Elhamra tiyatroya çevrilirken görkemli yapısından bir miktar feda etse de, dönemin coşkulu tiyatro seyircisine kucak açmış oluyor. İstanbul Opereti’ne ve Sururi ailesi, Toto Karaca ve Muzaffer Hepgüler’in kurduğu İstanbul Tiyatrosu’nun efsaneleşen pek çok oyununa mütevazı sahnesiyle ev sahipliği yapıyor. Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu da şöhretin doruğunda oldukları bu yıllarda birkaç sezon 6 matinelerinde Elhamra’da oynuyor. Gülriz Sururi, hem Elhamra’nın İstanbul Tiyatrosu ile yeniden doğuşunun yakın şahitlerinden, hem de Elhamra sahnesinin tozunu yutmuş sanatçılardan. “Çok şaşırtıcı bir biçimi vardı Elhamra’nın” diye başlıyor Sururi ve anlatıyor: “Tiyatro boyutlarında değildi, sahnesi küçücüktü. Geniş bir yarımay veya bir D harfi şeklinde düşünün. D harfinin düz çizgisi sahne. Arkada iki sıra başka hiçbir tiyatro salonunda görmeyeceğiniz, iki sıra çok şık koyu kahverengi koltuklar vardı. Onun arkasında da bir loca ve balkon. Çok şık, havalıydı, fakat sadece şov gibi işler yapıldığından sahne düşünülmemiş. Onun arkasını sahne yapmak üzere çok mücadele vermişlerdi. Biz o sırada Karaca Tiyatro’da Keşanlı Ali Destanı’nı oynuyorduk. Ertesi yıl illa ki gelip oynamamız için babam çok yalvardı, çünkü çok kazanıyor ve kazandırıyorduk o sırada. Ben de dedim ki ‘Biz buraya geliriz ama, burayı tamir etmek lazım. Gişesini, tuvaletlerini, fuayesini.’ Hiç unutmuyorum Celal Amcam, Celal Sururi dedi ki: ‘Burası halk tiyatrosu, ya bizim seyircimiz lüks gişeden korkar da bilet almaktan vazgeçerse, pahalı gişenin biletleri de pahalı olur sanmasın sakın seyirci’. Onu ikna etmek için çok uğraştım. Sonra biz kiraya mahsuben hakikaten ciddi bir yenileme yaptık. Seyircinin ayağı zaten alışıktı, alışmayanlar da geldiler ve üç sene orada oynadık.”

Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu’nun oyunlarında hem yönetmen hem oyuncu olarak yer alan Genco Erkal, Elhamra’nın kulis arkasını anlatıyor: “Çok ilginç tabii. Elhamra’da birbiriyle hiç ilişkisi olmayan iki türde tiyatro oynardı aynı dönemde. Bir tarafta İstanbul Tiyatrosu; yani Türk yaşamına uyarlanmış Fransız ya da İtalyan komedileri oynayan daha popüler bir halk tiyatrosu. Arkasından daha akademik diyebileceğimiz bir tiyatro, örneğin Bir Delinin Hatıra Defteri, Nazım Hikmet’in oyunları, Yaşar Kemal’in Teneke’si. Onlar oynarken biz gelirdik veya biz oynarken onlar gelirdi. Aynı kulisi paylaşırdık, aynı masalarda makyaj yapılırdı. Hepimizin birer çekmecesi vardı. Sohbet ederdik, tiyatro dünyasındaki dedikodular, günün tiyatro haberleri konuşulurdu. Bir tiyatrodan diğerine nöbet devredilir gibiydi. Aynı masada onlar makyajlarını silerken bizler makyajımızı yapıyor olurduk, ya da tersi. Birileri işlerini bitirir, tiyatroyu diğerlerine bırakırdı. O dönemde bütün tiyatro salonları paylaşıldığından hep böyle kardeşçe ahbaplıklar vardı.”

Sinema geri dönüyor, ama…

Çehresi son yıllarda biraz değişse de, Galatasaray’dan Tünel’e giden yol Beyoğlu’nun üvey evladı gibidir. Tenhadır, az dükkan, az ses, az yaşam vardır. Elhamra Tiyatrosu da bu gölgede kalmışlığı hep yaşamış bir mekân. Sokağın coşkusunu içine çeker gibi çekmemiş insanları bu han. Oraya hep müdavimleri gelmiş, şık giyimli sinemaseverler, sadık ve heyecanlı tiyatro seyircileri. Randevulaşmış gibi gelmişler, onlara bu kez nasıl bir güzellik göstereceğinin merakıyla uzaklardan koşup gelmişler. Genco Erkal ve Gülriz Sururi 60’lı yılların Türk Tiyatrosu’ndan bahsederken bir rüyayı yeniden yaşar gibiler. Haftalar öncesinden biten, karaborsada satılan biletler, yüzlerce metre uzunluktaki tiyatro gişe kuyrukları, onlarca tiyatro salonu, günde üç seans üç farklı oyun gösteren salonlar… Bu büyük tiyatro tutkusu 70’li yıllardan itibaren giderek cılızlaşıyor, Elhamra Tiyatrosu için de bir kabuk değiştirme zamanı daha gelip çatıyor. Elhamra Tiyatrosu yeniden sinemaya çevriliyor.
Elhamra Hanı’nın eski esnafı da Elhamra Tiyatrosu yıllarını büyük bir özlemle anıyor. 1960’tan bu yana Mod Kristin modaevinde çalışan Kemal Işık “İş çok yoğundu o zaman” diyor. “ Genelde çiftler gidiyordu tiyatroya, nişanlılarıyla. ‘Aa burada gelinlik de var, nikah şekeri de var’ derken giriyorlardı bizim dükkana. Tiyatro için de bazen yaka çiçekleri filan veriyorduk. Tiyatrocuların hepsini tanıyordum. Tiyatroyken İstanbul’da bir numaraydı burası. Bütün iyi sanatçılar buradaydı. Tiyatrocular burayı bıraktıkları gibi buranın seyircisi de gitti. Sonra sahibi sinemaya çevirdi.” Bir süre sahibinin işlettiği Elhamra Sineması, daha sonra Yeni Tual Filmcilik’e kiralanıyor. “Önce sinema güzeldi, babaları Hasan Tual çalıştırıyordu. Sonra oğulları aldılar, son yıllarda bozuldu. O kötü filmleri çevirince ister istemez bazı yanlışlıklar da oldu.” Bir kez adı seks sinemasına çıkınca Elhamra Sineması belli bir ziyaretçi kitlesine mahkum olmuş, hanı da mahkum etmiş. “Siz aile olarak geçerken o resimleri görünce, içeride dükkan olsa bile ‘Acaba ne dükkanı?’ diye düşünür geçersiniz. Bilen müşteri bakmaz, girer; ama bilmeyen müşteri geçiyordu.”

Yangın ve götürdükleri

Elhamra tarihinin en hazin hadisesi kuşkusuz 1999’da sinemayı kül eden yangın oldu. Kimisi elektrik kontağı diyor, kimisi faili belirsiz bir komplo. Yedi yıl metruk kalıyor Elhamra Sineması. 2006’da yeni sahibi tarafından uzun süreli bir restorasyondan geçiriliyor, 2007’ye Elhamra Club adıyla giriyor. “Kötü namından kurtuldu böylece, yeniden yapıldı” diye buruk bir sevinç yaşıyor han esnafı. Gönüllerinden geçeni sorduğumuzda ise söylemeden edemiyorlar: “Hani bir kültür sanat merkezi olsaydı, ya da bir tiyatro, yeniden…”

Sinemanın yandığını duyduğunda evindeymiş Kemal Bey, gitmemiş dükkana: “Dedim yanarsa yansın, bizim dükkan da yansın. Napayım?” Kötü filmlerden, azalan Peralılardan, hızlanan ve kirlenen Beyoğlu’ndan yorulmuş. Bu yıllanmış bıkkınlık sayesinde belki de, Beyoğlu’nun Pera olduğu zamanları bilen, öyle bir İstanbul seven tüm “eski toprak”ların dileğini bu kadar sade ifade edebiliyor: “Nasıl bir insan hastalanır, iyileşir. Buranın da bir hastalanma devri oldu, ama er ya da geç muhakkak bir gün eski günlerine kavuşacak.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder