28 Ekim 2014 Salı

bebek (ve dünyanın yeniden dönüşü)


Dikkat: Bu yazı deneme/beyin fırtınası tadında değil günlük havasında geçecektir.

Blogumu nicedir gönülsüzce savsakladım. Neden? Yüksek lisans tezimi verip mezun olunca acilen doktoraya başladım ki beynim küçülmesin. Ayrıca o sıralarda insanlar ve ilişkilerle (çünkü insanlar) uğraşmayı da bırakmaya çalışıyordum, gideri yoktu, 32 yaşındaydım, tekrardan sıkılıyordum, ‘bişey’ yapmalıydı artık. Bu sırada hamilelik ve evlilik, aynı bedende iki kalbin bilgisi, gelinliğe hiç benzemeyen nikah elbisesi arayışı. ‘Anne adaylığı’ yani annelik emeğinin şaşkın tabularasa başlangıcı: Dokuz ay karında sanki bir fikri oysa aslında bir canlıyı büyütme (özne-nesne/bilinç-madde ayrımı). Doğum: Bebeğin somut etli bir varlık olarak ortaya çıkışı. Nikahta olmayan ani ve keskin bir geçiş hissi: Sevgiliden koca ve çocuğa, birliktelikten ‘aile’ye. Bu fikrin az çok hoşa gidişinin ürkütücülüğü (feminizm) ama gerçekliği (toplumsal cinsiyet). Eve dönüş ve bebek bakımı: Dünyanın yeniden çılgın bir yorgunluk ve bilinemezlik etrafında dönüşü. 
Elim uzanmadı ama aklımdasın blogum, yazma kaşıntısı hiç bırakmadı yakamı, kimse okumayacakmış gibi dürüstçe, kim var kim yoksa okuyacakmış gibi umursamazca, kendimi sevmek için şefkatle, dünya gözümü kocaman açmak için tutkuyla, yazmak gibisi var mı? Bir an klavyeyi tuhafsayıp o eski kağıt-kalem kutsallığına dönesim geldi ama çabuk sıyırdım o uçurumdan, yazamamak demekti. Aklımdan geçenleri mevcut zamanda bir zemine dökme etkinliğinden daha özel olamaz onun malzemesi. 
Böylece patır kütür yeniden başlıyorum herkese açık ama hayli na-popüler blogumda yeni sayfalar açmaya. 40’ı yeni çıkmış minik bebeğimle bir çay bahçesinde, acemi bebek arabası şoförlüğünden ellerimi henüz çekmiş, ilk çayımı yudumlarken (kafein aman), cümle değil cümlecikler, açıklama değil başlıklar, satır başları, iki üç kırık kırpık sözle başlayacağım sefahate, anlaşıldığı olduğu kadar. Hep en kısa ve en çarpıcı yazıyı yazan olmak istedim, şimdiyse bu kısa kısalar keyfi bir deneme değil, hayati bir zorunluluk:

Yeni gün döngüsü: Meme-ağlama-uyku-meme… Hamileyken dünya yavaş yavaş duruyor. Yani önce yavaşlıyor, dünyevi hazlardan elini çekip, kariyer, gelecek, insanların tavırları, politika ve dünyanın sonuyla ilgilenmeyi kesiyor, artan kilolarınla doğal olanın somut basit dünyasına giriyorsun. Eğer ‘doğal’ denince ürken beyin-insan’lardansan, buna alışmak için de kitaplar okuman ve araştırman gerekiyor. Sonra bebek doğuyor ve dünya bir an duruyor, hastane günleri. Sonra bebek eve geliyor ve dünya yeniden ve bambaşka dönüyor. Hiç durmayan, durdurmayan bir akış, dışarısı olmayan bir akış. Aslanlar emzirirken saate mi bakıyor, hayır, ama biz bakıyoruz, ve zaman hem çok hızlı hem çok yavaş geçiyor, nasıl işse. Dünya farklı dönüyor.

Yorgunluk da yorgunlukmuş ha, bana mısın demedi onca çığlığa: Yorgunluk denilen şeyin de bir eşiği varmış. İşin ilginci, eşik aşılınca felakete değil rahibeliğe doğru gidilmesi. Ağlamak başkaymış ‘bebek ağlaması’ başka. Her gün en az yarım saat durdurulmaya çalışılan bir bebek ağlaması ile yaşamak o eşiği aşılmış yorgunluğun öğrettiği ipeksi ses tonuyla, onu duymayan ve tınmayan acıların bebeğinin yaygarasına rağmen kendini iyileştirerek mümkünmüş ancak, sonunda sakinleşeceğini ve gözlerinin kapanacağını o emekle öğrenilmiş sesle kendine söyleyip durarak.

Vakitsizlik nedir şimdi anladım: Dar vakitler itinayla genişletilirmiş meğer. Yani yukarıdaki tirelere daha neler neler sokulur. İşte mesela bu yazıyı da bu tirelerden birinde yazıyorum.

Renklerde kıtlık: Mavi ve pembe. Oğlanlar (erkek değil!) mavi, kızlar pembe. Yettiniz be. Uniseks dersen kahverengi verelim. Toplumsal cinsiyetin renk düşmanlığıyla yüzleşiyoruz. Dünyayı renk bakımından asla kesişmez iki kümeye ayırmasıyla nice yaralardan mesul olması bir yana, diğer onca rengi yok etmesine ne demeli? Maviyi severim ama bu kez değil. Söz verdim kendime, çocuğumu renksiz bırakmayacağım.

Anne miyim neyim: Yeni ve belki de ömrün son kimlik bunalımı. Az önce hani yavaştan kariyerlenmekte (aynı iş yerinde üç yıl) olan, ilk çevirisine başlamış, doktora öğrencisi fit genç kadından, bebek bakmaktan uyumaya fırsat bulunca mutlu olan bir bakıma en düşük dişi yaşam formuna jet geçiş. Ama bu kadar basit mi, boru mu? Sayemde bir insan yetişiyor. Ve kol kaslarım gelişiyor.

Teori ve teorik-pratik: Annelik nedir kitaplarından bebek bakımı kitaplarına. Annelik kimliği harbi bir kimlik ama kimisinin (benim gibi) geçişi daha meşakkatli. Yaşadığı şeyi yaşayarak kavramak yerine onu hemen kitaplarda arayan, etrafındaki güya benzerlerine soran bazı garipler bunlar. Böylece ortaya mini bir annelik kitaplığı çıktı:
  • Kadınlık mı? Annelik mi? Elisabeth Badinter, İletişim.
  • Bir Annenin Doğuşu, Daniel N. Stern, Nadia Bruschweiler Stern, Alison Freeland, İstanbul Bilgi Üniversitesi.
  • Annelik Duygusu, Tina Miller, İletişim.
  • Of Woman Born: Motherhood as Experience and Institution, Adrienne Cecile Rich
  • Feminist Mothering, Andrea O'reilly. 
  • ...
Ben daha kendime bakamıyorum’dan çocuğuma pek güzel bakarım ben’e: Korku, kabulleniş ve cesaret.

Küçük şeylerden keyif alma: Büyük şeyler’i yapmayı unutmak ve küçük şeyler’i yapabilmek için yoğun emekler vererek uzun zaman dilimleri boyunca beklemek, o küçük şeyler’i ulaşıldıklarında tadından yenmez kılıyor. Oh temiz hava dünya varmış, limonlu soğuk çay da ne güzelmiş, gazoz yoksa kola alırım ne önemi var. Gibi.

Teknolojide kişisel gelişim stajı: whats app grubu, aplikasyonlar..

İlişkide yeni dönem: artık hiç sevgili olmayacak mıyız?...

Yazma hasreti ve blogcu anne gibi görünme endişesi:...

Çocuk da yaparım kariyer de: Yakın ve uzak gelecek üzerine üşüşen derin düşünceler. İş, para, karın doyurmak yetmez imam hatiplere karşı özel okula göndermeli, yeni sağlık sistemine karşı özel sağlık sigortası yaptırmalı, orta sınıf mıyım yoksa burjuva mı, sınıf atlasın demiyorum yerini korusun yeter, veya su akar yolunu bulur, ama ben hiç öyle yaşamadım ki, korkuyorum anne, ya bi saçmalama pardon da anne sensin artık!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder