30 Aralık 2012 Pazar
22 Aralık 2012 Cumartesi
gedik
"Yaşamlarda ilginç bulduğum şey eksikliklerin olmasıdır, gediklerin, bazen dramatik bazense değil... Hareket belki de bu boşluklarda gerçekleşmektedir."
Gilles Deleuze, Signes et evenements
Gilles Deleuze, Signes et evenements
14 Aralık 2012 Cuma
toplam
Birini herkes sevdi. Çabuk öğrendi, çok yorulmadı, ihtiyaç duymadı, yoksunluk çekmedi. Oldu, hep de öyleydi. Olmamasını yaşamadı, alışıktı ve emindi.
Öteki çok az sevildi. Öğrenemedi, çok yoruldu, çok istedi, yoksun kaldı. Bir türlü olmadı, hep de böyleydi. Olmasını yaşamadı hiç, alışamadı, anlayamadı.
Böyle birileri ve ötekileri oldu hep. Dünyada toplam sevginin daimi adaletsiz dağılımı. Sevilenler hep kendini sevenlerdi lakin her kendini seven de herkesin sevdiklerinden olmadı. Bu sırrı kimse bilemedi ama bazıları yaşadı. Sevilmediği için öfkelenenler, öfkelenmediği için sevinenler, sevindikçe sevilenler, oldu. Sevgi toplandı, sevgi dağıtılmadı, toplam sevginin çoğu sevgi zenginlerine aktı, insanlar sevgilerini teslim etmek için sevgi zenginlerini aradılar, kıymetlilerini onu iyi bilene vermek istediler. Sevgi zenginlerinin sevgi bankaları oluştu, fazla sevgilerinden az az dağıtıldı bazen fakirlere. Fakirlerden yeni büyük sevgiler geldi. Sonra zenginler oturup izlediler birikintilerini, bıkkın. Diğerleri yeri, göğü ve ciğerlerini kazıyıp aradılar, bazen de durup izlediler bitkince, toplam sevginin adaletsiz dağılımını.
Öteki çok az sevildi. Öğrenemedi, çok yoruldu, çok istedi, yoksun kaldı. Bir türlü olmadı, hep de böyleydi. Olmasını yaşamadı hiç, alışamadı, anlayamadı.
Böyle birileri ve ötekileri oldu hep. Dünyada toplam sevginin daimi adaletsiz dağılımı. Sevilenler hep kendini sevenlerdi lakin her kendini seven de herkesin sevdiklerinden olmadı. Bu sırrı kimse bilemedi ama bazıları yaşadı. Sevilmediği için öfkelenenler, öfkelenmediği için sevinenler, sevindikçe sevilenler, oldu. Sevgi toplandı, sevgi dağıtılmadı, toplam sevginin çoğu sevgi zenginlerine aktı, insanlar sevgilerini teslim etmek için sevgi zenginlerini aradılar, kıymetlilerini onu iyi bilene vermek istediler. Sevgi zenginlerinin sevgi bankaları oluştu, fazla sevgilerinden az az dağıtıldı bazen fakirlere. Fakirlerden yeni büyük sevgiler geldi. Sonra zenginler oturup izlediler birikintilerini, bıkkın. Diğerleri yeri, göğü ve ciğerlerini kazıyıp aradılar, bazen de durup izlediler bitkince, toplam sevginin adaletsiz dağılımını.
2 Aralık 2012 Pazar
madem
Dahi olmadığını ve mucizelerin gerçekleşmeyeceğini öğrendikten sonra sıra gelmiş, tanıdık olanın tembelliğinde veya yokoluş fikrinin kıyılarında boğulmamayı öğrenmeye. Mutlaka, belki de, madem öyle, yine de, niye, belki de...
23 Ekim 2012 Salı
stanton ile anthony
Decleration of Sentiments
Woman's Rights Convention, Seneca Falls, 19-20 July 1848
When, in the course of human events, it becomes necessary for one portion of the family of man to assume among the people of the earth a position different from that which they have hitherto occupied, but one to which the laws of nature and of nature's God entitle them, a decent respect to the opinions of mankind requires that they should declare the causes that impel them to such a course.
We hold these truths to be self-evident: that all men and women are created equal; that they are endowed by their Creator with certain inalienable rights; that among these are life, liberty, and the pursuit of happiness; that to secure these rights governments are instituted, deriving their just powers from the consent of the governed. Whenever any form of Government becomes destructive of these ends, it is the right of those who suffer from it to refuse allegiance to it, and to insist upon the institution of a new government, laying its foundation on such principles, and organizing its powers in such form as to them shall seem most likely to effect their safety and happiness. Prudence, indeed, will dictate that governments long established should not be changed for light and transient causes; and accordingly, all experience hath shown that mankind are more disposed to suffer, while evils are sufferable, than to right themselves by abolishing the forms to which they are accustomed. But when a long train of abuses and usurpations, pursuing invariably the same object, evinces a design to reduce them under absolute despotism, it is their duty to throw off such government, and to provide new guards for their future security. Such has been the patient sufferance of the women under this government, and such is now the necessity which constrains them to demand the equal station to which they are entitled.
The history of mankind is a history of repeated injuries and usurpations on the part of man toward woman, having in direct object the establishment of an absolute tyranny over her. To prove this, let facts be submitted to a candid world.
He has never permitted her to exercise her inalienable right to the elective franchise.
He has compelled her to submit to laws, in the formation of which she had no voice.
He has withheld from her rights which are given to the most ignorant and degraded men—both natives and foreigners.
Having deprived her of this first right of a citizen, the elective franchise, thereby leaving her without representation in the halls of legislation, he has oppressed her on all sides.
He has made her, if married, in the eye of the law, civilly dead.
He has taken from her all right in property, even to the wages she earns.
He has made her, morally, an irresponsible being, as she can commit many crimes with impunity, provided they be done in the presence of her husband. In the covenant of marriage, she is compelled to promise obedience to her husband, he becoming, to all intents and purposes, her master—the law giving him power to deprive her of her liberty, and to administer chastisement.
He has so framed the laws of divorce, as to what shall be the proper causes of divorce; in case of separation, to whom the guardianship of the children shall be given; as to be wholly regardless of the happiness of women—the law, in all cases, going upon the false supposition of the supremacy of man, and giving all power into his hands.
After depriving her of all rights as a married woman, if single and the owner of property, he has taxed her to support a government which recognizes her only when her property can be made profitable to it.
He has monopolized nearly all the profitable employments, and from those she is permitted to follow, she receives but a scanty remuneration.
He closes against her all the avenues to wealth and distinction, which he considers most honorable to himself. As a teacher of theology, medicine, or law, she is not known.
He has denied her the facilities for obtaining a thorough education—all colleges being closed against her.
He allows her in Church as well as State, but a subordinate position, claiming Apostolic authority for her exclusion from the ministry, and, with some exceptions, from any public participation in the affairs of the Church.
He has created a false public sentiment, by giving to the world a different code of morals for men and women, by which moral delinquencies which exclude women from society, are not only tolerated but deemed of little account in man.
He has usurped the prerogative of Jehovah himself, claiming it as his right to assign for her a sphere of action, when that belongs to her conscience and her God.
He has endeavored, in every way that he could to destroy her confidence in her own powers, to lessen her self-respect, and to make her willing to lead a dependent and abject life.
Now, in view of this entire disfranchisement of one-half the people of this country, their social and religious degradation,—in view of the unjust laws above mentioned, and because women do feel themselves aggrieved, oppressed, and fraudulently deprived of their most sacred rights, we insist that they have immediate admission to all the rights and privileges which belong to them as citizens of these United States.
In entering upon the great work before us, we anticipate no small amount of misconception, misrepresentation, and ridicule; but we shall use every instrumentality within our power to effect our object. We shall employ agents, circulate tracts, petition the State and national Legislatures, and endeavor to enlist the pulpit and the press in our behalf. We hope this Convention will be followed by a series of Conventions, embracing every part of the country.
Resolution:
Resolved, That the speedy success of our cause depends upon the zealous and untiring efforts of both men and women, for the overthrow of the monopoly of the pulpit, and for the securing to woman an equal participation with men in the various trades, professions and commerce.
The Resolution was adopted.
17 Eylül 2012 Pazartesi
şimdi
Şimdi'nin bedeni yok,
Yontuyor geçmiş bilgisiyle
gelecek belki olur diye taşı,
taşı kokluyor
yontu dağılıyor...
Şimdi'si yitik
bundan boyuyor
boyuyor evine aldığı
ağacın üzerine tüneyip
duvarını, tavanını, geçmişi
ve geleceği ve her yanını;
dal kırılıyor...
Şimdi'si yitik
diziyor diziyor notalarını,
göğe ışık üzerine boncuklarını,
ucuza getiriyor varlığını
sonsuzun sessizliğiyle
sonlunun gürültüsü arasında,
O bitirince kıyısında gezindiği
yol çöküyor...
Şimdi'si yitik
bundan yazıyor
yazıyor enine boyuna
içini ve dışını ve yeri
ve göğü ve suyu,
bindiği kadırga
o inince batıyor
Nilgün Marmara
Gökkuşağından Darağacı
Ağustos, 87
Yontuyor geçmiş bilgisiyle
gelecek belki olur diye taşı,
taşı kokluyor
yontu dağılıyor...
Şimdi'si yitik
bundan boyuyor
boyuyor evine aldığı
ağacın üzerine tüneyip
duvarını, tavanını, geçmişi
ve geleceği ve her yanını;
dal kırılıyor...
Şimdi'si yitik
diziyor diziyor notalarını,
göğe ışık üzerine boncuklarını,
ucuza getiriyor varlığını
sonsuzun sessizliğiyle
sonlunun gürültüsü arasında,
O bitirince kıyısında gezindiği
yol çöküyor...
Şimdi'si yitik
bundan yazıyor
yazıyor enine boyuna
içini ve dışını ve yeri
ve göğü ve suyu,
bindiği kadırga
o inince batıyor
Nilgün Marmara
Gökkuşağından Darağacı
Ağustos, 87
11 Eylül 2012 Salı
10 Eylül 2012 Pazartesi
özgüven
It doesn’t matter for us,for me
Big games easy than other games, unfortunately
Everytimes we have the control the games
Under the control the games
During the games
We have the some possibility
Some big chances some big occasion something like that
But what can I do…. Sometimes
And it is the football that is the football
Something happened
Everything is something happened
But anyway now is in the tabela
We have to seen the ….
Now its second position
And one point more
I don’t want to see the back
I want to see the front
2 Eylül 2012 Pazar
ülke
Dışarda savaş bitti. Taraflar buhar oldu. Şimdi yeni bir ülke kuruluyor içerde. Duygular durağından birkaç adım ötede. Çatısız, duvarsız, soğuk ve sıcak. Tüm o darmadağın, teşhis edilemez parçalar ılıyor kazanında. Kırıklar eriyor, kaynıyor ve üşüyor, ısısını arıyor. Yaşatacak ısıyı. Güneşi ve ayı sevmek zamanı geçiyor. Eriyik kendine ışıyor. Uyuşuk, kımıltılı bir araf başlıyor. Henüz hiçliğin sırtındaki, varoluş diyarında. Kusurlu, zayıf tekrarlara kucak açılıyor. Kucak dolusu hüzünle sevinç, olasılık ve imkansızlık dolduruyor bedenin boşluğunu. Saçlar gittiğinde kafa kalıyor, kafa düştüğünde kalp atıyor, kalp büzüldüğünde parmaklar yazıyor. İyiliğin kötülüğe el verdiği, varlık içinde yokluğun öyküsü yaratılıyor. Kocamanlığı gizli birkaç cümle. Harflerin içi içine sığmıyor. Her biri birer gizli örgüt, mekan içinde mekan örüyorlar. Dışarda görüntü bitti. Sesler yalnızca yazıda yaşıyor. Kelimelerin dar koridorlarında, şarkılar döne döne dans ediyor. Ne çok ‘şey’ var bu dünyada. Tanışmıyor, görünmüyor, bilmiyorlar. Olsun. Haydi dansa! Bulanıklığın şöleninde, berraklığın arifesinde.
21 Ağustos 2012 Salı
yazgı
Kadınlar? Bir alt ırk; siyahlar gibi, fakirler gibi, deliler gibi. Çocuklar gibi özgürlük yetisinden yoksun. Ağlamaya ve bağırmaya yazgılı, hemcinsleri hakkında kötü konuşmaya, her gün saçlarını ve fikirlerini değiştirmeye. Yatakta ve mutfakta nadiren zevk verirler, onun dışında daima can sıkarlar.
...
Eduardo Galeano - Yürüyen Kelimeler
...
Eduardo Galeano - Yürüyen Kelimeler
kuş
Bir Bacağını Kaybeden Kuşun Hikayesi
Artık yavruları yumurtalarını kırmış, başlarını yuvadan uzatarak çığlıklar atıyorlardı. Tenquita onlara yiyecek bulmak için uçtu. Colchagua'da kıştı ve kar bir ayağını dondurdu. Kuş itiraz etti:
-Neden beni topal bıraktın?
Kar:
-Çünkü güneş beni eritiyor.
Tenquita güneşe yakındı. Güneş:
-Çünkü bulut önümü kapıyor.
Bulut:
-Çünkü rüzgar beni sürüklüyor.
Rüzgar:
-Çünkü duvar önümü kesiyor.
Duvar:
-Çünkü fare beni deliyor.
Fare:
-Çünkü kedi beni yiyor.
Kedi:
-Çünkü köpek beni kovalıyor.
Köpek:
-Çünkü sopa beni dövüyor.
Sopa:
-Çünkü ateş beni yakıyor.
Ateş:
-Çünkü su beni söndürüyor.
Su:
-Çünkü inek beni içiyor.
İnek:
-Çünkü bıçak beni kesiyor.
Bıçak:
-Çünkü insan beni biliyor.
İnsan:
-Çünkü Tanrı beni yarattı.
Tenquita düşe kalka ilerlerken, Tanrı'yı bulmak için söyledi şarkısını. Ve Tanrı onu dinledi, o zaman Tenquita Tanrı'ya, bacağını donduran, karı eriten, güneşin önünü kapatan, bulutu sürükleyen, rüzgarın önünü kesen, duvarı delen, fareyi yiyen, kediyi kovalayan, köpeği döven, sopayı yakan, ateşi söndüren, suyu içen, ineği kesen, bıçağı bileyen, insanı neden yarattığını sordu:
-Amaan Tenquita, dedi Tanrı, beni yaratsın diye insanı yaratmak zorundaydım.
Eduardo Galeano - Yürüyen Kelimeler
Artık yavruları yumurtalarını kırmış, başlarını yuvadan uzatarak çığlıklar atıyorlardı. Tenquita onlara yiyecek bulmak için uçtu. Colchagua'da kıştı ve kar bir ayağını dondurdu. Kuş itiraz etti:
-Neden beni topal bıraktın?
Kar:
-Çünkü güneş beni eritiyor.
Tenquita güneşe yakındı. Güneş:
-Çünkü bulut önümü kapıyor.
Bulut:
-Çünkü rüzgar beni sürüklüyor.
Rüzgar:
-Çünkü duvar önümü kesiyor.
Duvar:
-Çünkü fare beni deliyor.
Fare:
-Çünkü kedi beni yiyor.
Kedi:
-Çünkü köpek beni kovalıyor.
Köpek:
-Çünkü sopa beni dövüyor.
Sopa:
-Çünkü ateş beni yakıyor.
Ateş:
-Çünkü su beni söndürüyor.
Su:
-Çünkü inek beni içiyor.
İnek:
-Çünkü bıçak beni kesiyor.
Bıçak:
-Çünkü insan beni biliyor.
İnsan:
-Çünkü Tanrı beni yarattı.
Tenquita düşe kalka ilerlerken, Tanrı'yı bulmak için söyledi şarkısını. Ve Tanrı onu dinledi, o zaman Tenquita Tanrı'ya, bacağını donduran, karı eriten, güneşin önünü kapatan, bulutu sürükleyen, rüzgarın önünü kesen, duvarı delen, fareyi yiyen, kediyi kovalayan, köpeği döven, sopayı yakan, ateşi söndüren, suyu içen, ineği kesen, bıçağı bileyen, insanı neden yarattığını sordu:
-Amaan Tenquita, dedi Tanrı, beni yaratsın diye insanı yaratmak zorundaydım.
Eduardo Galeano - Yürüyen Kelimeler
29 Haziran 2012 Cuma
hélène cixous
"Writing is the delicate, difficult, and dangerous means of succeeding in avowing the unavowable.”
“Make can mean make. make. make and truth can be heard truly as truth. truth. truth...”
“Let us not speak ill of evil it's too easy. And let us follow the wise advice of Jacques Derrida in Circumfession and take an interest in the experience of evil.”
“I give myself a poet's right, otherwise I would not dare to speak.”
“I would say that I am so afraid of being afraid that I am not afraid. Now clearly, if I wanted to stay in the domain of austerity and humility, I would say that, like all human beings, I fear seeing the people I love die.”
“Censor the body and you censor breath and speech at the same time. Write yourself. Your body must be heard.”
...
12 Nisan 2012 Perşembe
yolculuk
Gündelik yabancılığımıza (ben ve olricim) yaban elde mânâ kazandırmak üzere, uçuşa geri sayım: 3...
özgür konuşma
Parrhesia: özgür konuşma.
“Etimolojik olarak, parrhesiazesthai ‘her şeyi söylemek’ anlamına gelir. Parrhesia kullanan kişi, yani parrhesiastes, aklındaki her şeyi söyleyen kişidir. Hiçbir şeyi saklamaz, kalbini ve zihnini konuşma yoluyla başkalarına açar... Örneğin Yunanlar açısından bakarsak, bir gramer öğretmeni ders verdiği öğrencilerine hakikati söyleyebilir ve bunu yaparken de öğrettiklerinin doğru olduğu konusunda şüphe duymaz. Ancak inanç ile hakikat arasındaki bu örtüşmeye rağmen bir parrhesiastes değildir o. Öte yandan bir filozof bir hükümdara, bir tirana hitap etse ve ona tiranlığın rahatsız edici ve nahoş olduğunu, zira tiranlığın adaletle bağdaşmadığını söylerse, filozof hakikati söylemiş olur, hakikati söylediğine inanır, buna ilaveten bir de risk alır (çünkü tiran ona karşı öfkelenebilir, onu cezalandırabilir, onu sürgüne gönderebilir, onu öldürebilir)… …Örneğin bir arkadaşının yanlış bir iş yaptığını görür ve ona hata yaptığını söyleyerek öfkesini uyandırma riskini göze alırsan, bir parrhesiastes gibi davranmış olursun. Böyle bir durumda hayatını riske atmış olmazsın; ancak uyarılarınla onu kırabilirsin ve dostluğunuz bundan dolayı zarar görebilir… … O halde parrhesia cesaretle ilintilidir ve belli bir tehlikeye rağmen hakikati söyleme cesaretine sahip olunmasını talep eder.”
M. Foucault, Doğruyu Söylemek.
“Etimolojik olarak, parrhesiazesthai ‘her şeyi söylemek’ anlamına gelir. Parrhesia kullanan kişi, yani parrhesiastes, aklındaki her şeyi söyleyen kişidir. Hiçbir şeyi saklamaz, kalbini ve zihnini konuşma yoluyla başkalarına açar... Örneğin Yunanlar açısından bakarsak, bir gramer öğretmeni ders verdiği öğrencilerine hakikati söyleyebilir ve bunu yaparken de öğrettiklerinin doğru olduğu konusunda şüphe duymaz. Ancak inanç ile hakikat arasındaki bu örtüşmeye rağmen bir parrhesiastes değildir o. Öte yandan bir filozof bir hükümdara, bir tirana hitap etse ve ona tiranlığın rahatsız edici ve nahoş olduğunu, zira tiranlığın adaletle bağdaşmadığını söylerse, filozof hakikati söylemiş olur, hakikati söylediğine inanır, buna ilaveten bir de risk alır (çünkü tiran ona karşı öfkelenebilir, onu cezalandırabilir, onu sürgüne gönderebilir, onu öldürebilir)… …Örneğin bir arkadaşının yanlış bir iş yaptığını görür ve ona hata yaptığını söyleyerek öfkesini uyandırma riskini göze alırsan, bir parrhesiastes gibi davranmış olursun. Böyle bir durumda hayatını riske atmış olmazsın; ancak uyarılarınla onu kırabilirsin ve dostluğunuz bundan dolayı zarar görebilir… … O halde parrhesia cesaretle ilintilidir ve belli bir tehlikeye rağmen hakikati söyleme cesaretine sahip olunmasını talep eder.”
M. Foucault, Doğruyu Söylemek.
21 Şubat 2012 Salı
Schadenfreude
Schaden(acı)- Freude (zevk)
Başkasının acısından zevk almak
Kurbanı suçlamak
“Bilimsel” veriler:
Düşük özsaygısı olanlarda, erkeklerde daha çok görülüyor.
Haset ile doğru orantılı.
Yüksek haset hissedenler, haset edilenin yaşadığı talihsizliği öğrendiklerinde, beyinlerinin ‘ödül merkezi’nin etkinleştiği görülmüş. Bu sırada ortaya çıkan acızevki sinyallerinin şiddeti, öncesinde hissedilen haset sinyallerinden daha yüksek düzeye ulaşabiliyormuş.
Bir başka araştırmanın sonuçları da rekabet ve haset durumunda yükselen oksitosin hormonunun acızevkinin ortaya çıkışında etkili olabileceğini gösteriyor.
Başkasının acısından zevk almak
Kurbanı suçlamak
“Bilimsel” veriler:
Düşük özsaygısı olanlarda, erkeklerde daha çok görülüyor.
Haset ile doğru orantılı.
Yüksek haset hissedenler, haset edilenin yaşadığı talihsizliği öğrendiklerinde, beyinlerinin ‘ödül merkezi’nin etkinleştiği görülmüş. Bu sırada ortaya çıkan acızevki sinyallerinin şiddeti, öncesinde hissedilen haset sinyallerinden daha yüksek düzeye ulaşabiliyormuş.
Bir başka araştırmanın sonuçları da rekabet ve haset durumunda yükselen oksitosin hormonunun acızevkinin ortaya çıkışında etkili olabileceğini gösteriyor.
1 Şubat 2012 Çarşamba
haydarpaşa
Geçmişten bugüne uzanan raylar... değil. Kişisel değil. Tarih değil. Varmış... Var mı?... Var! Aa, nasıllar? derken daha yok olmalar, yok, var, yokoyuklu şehirde bir tür varoluşlar. Varoluyoklar.
17 Ocak 2012 Salı
kelebek
"Niye siz erkekler her şeyi bilmek, anlamak istiyorsunuz? Her şeyi anlamaya çalışıp, anlamayınca da gizeme sığınıyorsunuz. Kadınları anlayamadığınızı söyleyip gizemli olmamıza bağlıyorsunuz durumu. Aslında gizem yok ortada, biz de sizin gibiyiz. Kelebek değiliz, kitap değiliz... Kelebek değiliz!"
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)