2 Aralık 2011 Cuma

sevgim

mutsuzluktan söz etmek istiyorum
dikey ve yatay mutsuzluktan
mükemmel mutsuzluğundan insansoyunun
sevgim acıyor

biz giz dolu bir şey yaşadık
onlar da orada yaşadılar
bir dağın çarpıklığını
bir sevinç sanarak

en başta mutsuzluk elbet
kasaba meyhanesi gibi
kahkahası gün ışığına vurup ta
ötede beride yansımayan
yani birinin solgun bir gülden kaptığı frengi
öbürünün bir kadından aldığı verem
bütün işhanlarının tarihçesi
bütün söz vermelerin tarihçesi
sevgim acıyor

yazık sevgime diyor birisi
güzel gözlü bir çocuğun bile
o kadar korunmuş bir yazı yoktu
ne denmelidir bilemiyorum
sevgim acıyor
gemiler gene gelip gidiyor
dağlar kararıp aydınlanacaklar
ve o kadar

tavrım bir şeyi bulup coşmaktır
sonbahar geldi hüzün
kış geldi kara hüzün
ey en akıllı kişisi dünyanın
bazen yaz ortasında gündüzün
sevgim acıyor
kimi sevsem
kim beni sevse

eylül toparlandı gitti işte
ekim falan da gider bu gidişle
tarihe gömülen koca koca atlar
tarihe gömülür o kadar

Turgut Uyar - Acıyor

1 Aralık 2011 Perşembe

yenil/(me)mek


72 yaşındaki Zora Raeburn, ömrünün 30 yılını romanlar yazıp yayıncılara postalayarak geçirdi. Tek bir kabul bile alamadı ama asla umutsuzluğa düşmedi. Londra’da Britanya Müzesi'nin yakınlarında, iki odasını başkalarına kiralayarak yaşadığı kiralık dairesinde yayıncılara, kütüphanelere, film stüdyolarına ve radyo yapımcılarına sayısız mektup yazdı. Londra sokaklarında çellosuyla dilencilik yaptı. Yaşlılık sigortası geçimine yetmeyince steno daktilo yazıcısı olarak işe girdi ve kitaplarından birini kendisi yayınladı.

Fotoğraf: Zora red mektuplarından hazırlanmış kolajın önünde.
Ken Russell'ın "Zora the Unvanquished" serisinden

3 Ekim 2011 Pazartesi

köprü


Görmek istemediği her şeyi görmüştü.
Bir sabah erkenden, köprünün ortasına gitti.
Trabzanlara tutundu ve söyledi: “Burası, sen mi ben mi köprüsü!” Durdu. Gözlerindeki yaşların binlerce kez tekrar etmiş aynılığından içi yarılarak. Bağırdı: “Peki ya bu cümlemi kim duyacak?” Kuşlar, belki balıklar, havadaki zerrecikler, yanıtlayamayacak kadar uzaktakiler, görünmez ve konuşulmaz olanlar ve sanki onlarla konuşabilirmişçesine kendi kendine konuşmaya mahkum olduğu her ne varsa onlar. Ya da en iyisi, hiçbiri. Hiçkimse. "Yaşamak için gereken fark nerde?" Hiçbir yerde. Ya da kimbilir. Orası “hiç mi kimbilir mi" köprüsüydü. "Yalan mı gerçek mi" köprüsü. "Değer mi değmez mi?" Sustu. Sustu. Durdu. Durmasa bir daha duramayacaktı. Bir daha söyleyemeyecekti, soramayacaktı, ihtimaller kalmayacaktı, sen, ben ve kimbilir olmayacaktı, sadece hiç. Öyle bir bilmek istemiyordu. Dikti gözlerini durağana, sustu: "Olan kendini oldursun..."

15 Eylül 2011 Perşembe

4,5 maymun




1. SAHNE
(Gözleri, ağzı, burun delikleri, kulakları ve gözenekleri açıktır.)

- Seni seviyorum.
- Evet. Ben de seni.


2. SAHNE
(Gözleri, ağzı, burun delikleri, kulakları açık; gözenekleri kapalıdır.)


- Seni seviyorum.
- Hissediyor musun?
- ?
- ...
- Yine de sev beni.
- Severim.


3. SAHNE
(Gözleri, ağzı, burun delikleri açık; kulakları ve gözenekleri kapalıdır.)

- Seni seviyorum.
- Hissediyor musun?
- ?
- Beni duyuyor musun?
- ?
- ...
- Yine de sev beni.
- Seviyorum.


4. SAHNE
(Gözleri, ağzı açık; burun delikleri, kulakları ve gözenekleri kapalıdır.)


- Seni seviyorum.
- Hissediyor musun?
- ?
- Beni duyuyor musun?
- ?
- Kokumu alıyor musun?
- ?
- Tadımı alıyor musun?
- ?
- Yine de sev beni.
- ?

5. SAHNE
(Gözleri açık; ağzı, burun delikleri, kulakları ve gözenekleri kapalıdır.)

- .
- ?
- ?
- ?
- ?
- ?
- ?
- ?
- ?
- ?
- .
- ...

6. SAHNE
(Gözleri, ağzı, burun delikleri, kulakları ve gözenekleri kapalıdır.)

- ...

13 Eylül 2011 Salı

18 Ağustos 2011 Perşembe

var




Şunu aklında tut iyice
Çilekte var, altın gibi parlayan ferik elmasında var
Güneşte, gümüşte, fildişinde
Tahtada, kömürde, sütte
Suyun ateş olduğu, ateşin su olduğu yerde var
Kızımıza ördüğün yeşil atkıda bile
Beni seven ellerinde var
Bir sabah geçiyordun
"Bir sabah geçiyordun" ne demek
Nasıl, niçin, nereden
Bil ki böyle bir eksiklikte var
Dilini acı yapan tütün kırıntısında
Örneğin bir yolculukta, katran gibi çaylar içtiğin
Kirazlar, bavullar, akasyalar sevdiğin
Her türlü virajlarda
Ağaççiçeği gibi, ince çekirdekli
Dile, dişe, damağa, yayılan
Akide olan gözlerinde
Gözbebeklerinde yeşim
Yakut olan, zümrüt olan damarlarında
Özleminde günbatımı
Yok mu, var.

Nasıl var hem de
Var içimizde bizi eksiltmeden
Dışarıda var
Oranda, orantıda, dengede
Bir hüzün bile sinmemiş plastik çiçeklerde
Gene var
Yüzünü yıkadın mı, iyi
Sildin kuruladın mı
Çıktın mı sokağa
Yalnız su aramaya gidilen yollarda
İnce bir bardak gibi gövdelensin diye susuzluk
Orda var.

Ayakların değsin de suya
Sözgelimi herhangi bir haziranda
Haziranın köylü yüzünde
Çizgili mintanında
Denizlere uçan aklında
Değsin de suya ayakların
Suda üşüyen parmaklarını çekerken
Tam orada

Kapıyı ardımdan kapadığında
Bilmez olur muyum hiç
İçerde kalan yüzünde, telaşlı
Olmaz olur mu, var.

Yalnızlık gibi, ama yalnızlık değil
Bildiğin, çok iyi bildiğin bir şeyin
Uzağında kalmak duygusu belki
İyi ya, var
Hani sayıldığını duyar ya pencereler, tıpkı
Göz görmez, ama bakıldığını duyar ya insan
Hani ardında seni izleyen birisi
Tanımazsın da sezersin birden izlendiğini
Niçin mi
Tam niçin dediğin zaman var.

Bilir miydik, sever miydik, inanır mıydık
O olmasaydı hiç
Ama bugün, şimdilik
Yenik düşmeden hiç de
Var, diyoruz sadece, çünkü var.


Edip Cansever - Yok mu, Var

20 Temmuz 2011 Çarşamba

behrengi


"Ben yalnızca sağa sola dolaşıp durmaktan bıktım, can sıkıntısı içinde yüzmek istemiyorum artık, bir nedeni olmadan mutlu olmak da istemiyorum; günün birinde gözlerimi açıp hepiniz gibi yaşlandığımı, ama hâlâ aynı balık olduğumu, ilk başta bildiğimden fazla bir şey bilmediğimi görmek istemiyorum!"

Samed Behrengi - Küçük Kara Balık

19 Temmuz 2011 Salı

bencil

Herkes bencil, peki. Ama bencilliğin de bir ölçüsü var. Herkesin bencilliği kendi ben'i kadar. Bakalım benimkiyle seninki aynı mı çekiyor?

Bir de şu var *:

bencilim
sencilsin
oncul
bizciliz
sizcilsiniz
oncullar

Yani, benim gözüm, benim ben'im, "Bencilim". Sonra, benim gözümden senin ben'in, senin gözünden benim ben'im, bizim gözümüzden onun ve onların ben'leri, onların gözünden senin, sizin ve bizim ben'lerimiz. Ben'ler diyarı, binbir çeşit bencillikler diyarı. Bencilliği tanımlamak, benzetmek, karşılaştırmak, ölçüp biçmek kolay mı? "Ben bencilim, herkes bencil" deyip perdeyi kapatmak içinize siniyor mu?

* itü sözlük - earendill - @2142062

27 Haziran 2011 Pazartesi

konuşmak


Konuşmak, susmanın tersi değildir. Arkadan çekiştiren ipleri keserken, her yeni adımda ön tarafa yeni sağlam taşlar yığar. Küçük anlamalar ve küçük yanlışanlamalarla bezenmiş, debelenme biçiminde bir yaşantı sunar. Susmak, ne yapar ne bozar. Olacak olan kendi hızında olur.

7 Haziran 2011 Salı

çalışmak


Maşa der ki: Şu müziğe kulak verin. Bakın, bizi terkediyorlar. Bir tanesi büsbütün aramızdan ayrıldı. Hayatımıza yeniden başlamak için yalnız bırakıldık. Ama yaşamak gerek... Yaşamak gerek. İrina şöyle der: Bir gün gelecek, herkes bütün bunların nedenini bilecek. Böylesine acı çekmek neden? Bir gün gelecek, bütün sırlar birer birer çözülecek. Ama şimdi yaşamalıyız... Çalışmalıyız. Bizi çalışmak kurtarır ancak. Yarın yapayalnız okula gidip ders vereceğim. Bana ihtiyacı olanlara adayacağım yaşamımı. Şimdi sonbahar. Az sonra kış bastırıp her şeyi karla örtecek. Ve ben çalışacağım, çalışacağım, çalışacağım! Olga der ki: Bando mızıka ne kadar canlı, ne kadar yiğitçe çalıyor. Yaşamak isteği uyandırıyor kişide. Tanrım zaman geçecek. Bizler büsbütün silinip gideceğiz. Bizi unutacaklar, yüzlerimiz unutulacak, seslerimiz, kaç kişi olduğumuz... Ama çektiğimiz acılar bizden sonra gelenler için neşeye çevrilecek. Mutluluk ve barış gelecek şu yeryüzüne. O zaman şimdi yaşayanları sevgiyle, hayırla anacaklar. Sevgili kız kardeşlerim. Biraz daha sabretsek, biraz daha zaman geçse, bileceğiz gibi geliyor bana; neden yaşıyoruz, neden acı çekiyoruz... Keşke bilseydik... Keşke bilebilseydik...

Anton Çehov - Üç Kızkardeş

6 Haziran 2011 Pazartesi

biz


Ne yapacağız? Bilmem.
Çocukken sık sık sorardık birbirimize, kaldırıma çöküp birkaç kişi. Arkadaş olmamız bile gerekmezdi.
Birkaç çocuk sadece: "Ne yapacağız?" Her sorunun ardından bir sürü cevap ve koşturmaca gelirdi.
Yapmak yapmaktı o zamanlar, birden çoksak hep birlikte yapmaktı. İlişki denen şey buydu.

Oturup arkadaşlarla konuşuyoruz, çocukluktan çıktığımızdan beri, yıllar yıllardır.
Yanında bu cümleyi sesli kurabildiklerimiz ancak en yakınlarımız, dostlarımız.
"Ne yapacağız?" Ellerimizi dizlerimize bağlayıp, başımızı yumruklarımızın arasına alıp, gözyaşlarımızı gözümüzde tutamayıp bazen, yine tıpatıp aynı cümleyi kuruyoruz.
Oysa şimdi yapmak, yapmak değil. Sadece gelecekte alınacak nefeslerin, beklenen zevklerin ve tatminin, gelecekte aynı acılardan daha ustaca kaçabilme taktiklerinin, böyle birtakım rahatlatıcı ipuçlarının peşindeyiz.
Oysa şimdi biz, biz değiliz. Biz olmaya yüklenmiş hiçbir anlamın olmadığı o yıllarda yaparak kurabildiğimiz ortak gerçeğin zerresini bile tutamıyoruz ortamızda.
Konuştukça konuştukça, herkesten mütemadiyen bazı "biz"ler uçuyor, tutamıyoruz. Herkes birbirine dümdüz bir yankıysa, yapabileceğimizin en iyisi buysa, neden soruları hala birbirimize soruyoruz? Neden hala sesli düşünüyoruz?

Fotoğraf: mirocn

3 Haziran 2011 Cuma

beton


Burada yaşanan çok insanlıkdışı bir durum. Her gün çarpa çarpa yaşanan bir şey var ortada. Yazmaya kalkınca neden boş beyaz ekrana dönüşsün. Denemek gerek, borç gibi en azından.

Beton, kardeşi asfalt ile birlikte bugün dünyanın hemen her yerinde hayatını sürdürmekte olan bir cansız nesne türüdür. Nüfusu, hacmi ve basıncıyla ölçülür. Basınç yere, göğe ve canlı bedenlere doğrudur. Çiçekler ölür, böcekler verili boşluklarda yürür, insanlar boğulur. Kapalısı ve açığı vardır. Bunların farklı boğuntuları vardır: Açıkhavayahiççıkamayacakmışsıngibiolma ve çıktımdaneoldu.

Betonun ten rengi gridir. Hoşluk olsun diye zaman zaman farklı plastik renkleri giyebilir ama biz biliriz onun ne renk olduğunu. Bu renk, ak ile karanın arasını dolduran bir ölülüktür. Böylece herkes kalan yaşama tutunmak için akla karayı acilen ayırmak ve safını tutmakla meşgul olur. Birileri ak, birileri kara olur ve ondan sonra birinin ak dediğine öbürünün kara dediği sıkça görülür. Her şey çok net olmakla birlikte bir o kadar karmaşıktır ki bunun da fazla bir önemi yoktur. Griler ülkesinde yaşamı tutmaya yakın önemde bir şey görüş mesafesinde değildir.

Genellikle köşeli ve yüksektir. Vücudunun bazı bölgelerini keyfi olarak yuvarlayabilir, yuvarlak hatlar anlam içerme ihtimallerinden dolayı anlamsızdır. Kapalı ve açık betonlarda durmak en anlaşılır eylemdir. Harekette ısrar edenleri burada tüm rotalar durmaksızın bir noktanın hakimiyetinden bir diğerininkine gönderir. Köşeler dönmekle bitmez, köşenin fikri bitmeyeceğinden dönmenin de bir anlamı yoktur.

Bu fikirler dünyasından çıkmalı. Yeşilden başlayarak tüm ara renkleri, tüm diğer şekilleri, zamanında bu dünyayı yaratan başka bir dünyada aramalı, ortada bir gerçek yoksa onu renksiz boşluktan yaratmalı. Ölü griden kurtulmalı.

Fotoğraf: www.solargraphy.com

30 Mayıs 2011 Pazartesi

kuzucuk


my father had bought it
for just two pennies
the lamb! the lamb!
my father had bought it
for just two pennies
as the haggadah relates
the crafty cat was on the lookout
it pounced on the lamb
and ate it up
the dog choked the cat
that had eaten up the lamb
that my father had bought
for just two pennies
the lamb! the lamb!
along came the stick
to strike and beat the dog
that had choked the cat
that had eaten up the lamb
that my father had bought
that he had bought
for just two pennies
the lamb! the lamb!
without any delay
the fire burnt the stick
that had beaten the dog
that had choked the cat
that had eaten up the lamb
that my father had bought
for just two pennies
the lamb! the lamb!
then the water put out the fire
that had burnt the stick
that had beaten the dog
that had choked the cat
that had eaten up the lamb
that my father had bought
for just two pennies
the lamb! the lamb!
[…]
why do you sing, little lamb?
spring isn't yet here
and passover neither
have you changed?
i have changed this year
and every evening
like each evening
i have only asked four questions
but, tonight
i have thought of another question
how long will this hellish circle last?
i have thought of a question tonight
how long will this hellish circle last?
that of the oppressor and the oppressed,
of the executioner and the victim
how long will this madness last?
[...]

Chava Alberstein / Had Gadia (Free Zone)

12 Mayıs 2011 Perşembe

gam


Gam:

1- Tasa, kaygı, üzüntü
2- Sekiz notanın kalın sesten inceye veya inceden kalına gitmek üzere sıralanmış dizisi
3- Nemli, rutubetli
4- Görünüşe göre, anlaşılan, galiba

Gamsız:

1- Kaygısı, tasası, üzüntüsü olmayan
2- Olayları kendine dert etmeyen, geçiştiren, aldırış etmeyen, tasasız, vurdumduymaz

Sevinç yaratmaktan bugüne dek anlayabildiklerimizden ve anlayamadıklarımızdan. Gamdan ‘gam’sıza, ‘gam’sızdan gamsıza nasıl geçtiği bu lisanın, üstelik insanların çoğu kez nasıl da sondan başa doğru ilerledikleri, çözemediklerimizden. Her nasılsa, istesek de ona dönüşemediklerimizden.

Kaynak: TDK

25 Nisan 2011 Pazartesi

sipariş

allahaısmarladık

20 Nisan 2011 Çarşamba

dikiz

Çamlıca’da trafikteki araçların parıltılı nizamını bozan dökük bir kamyonet homurtulara aldırmadan kum taşıyor. İçerde şoförün karısı, boş durmuyor, parmakları birbirine dolaşarak örgü örüyor. Otobüsün camından kamyonetin dikiz aynasına, aynadan parmaklara, parmaklardan kadına, kadından "şoförün örgücü karısının hayatı"na dalarken, otobüs duruyor, hikaye önden kaçıyor, iniyorum.

acele

“Beşiktaş vapuru hareket etmiştir. Lütfen, acele etmeyiniz... Beşiktaş vapuru hareket etmiştir. Lütfen, acele etmeyiniz.”

Vapur iskelesinden Kadıköy sahiline yayılan bir anons. Acele etmememiz için ısrarla rica eden bir kadın. Vapura değil eve doğru acele ederken, cümleleri tek tek duyan, önce ne demek istiyor, sonra acaba bana mı diyor, sonra da neden bunu düşünüyorum, en son neden böyle düşünüyorum diye sorar sorarken, eve vardığımı fark eden ben. Vapuru geçeyim derken, daha ne pişireceğimi bilmeden, manava bile uğramadan daha, ev bana geldi ve karnım aç. Alelacele...

14 Nisan 2011 Perşembe

kanaat

TDK'yle aydınlanma sürüyor.

Kanaat:

  1. Elindekinden hoşnut olma durumu, kanıklık, yeter bulma, yetinme, fazlasını istememe, doyum.
  2. Kanma, inanma.
  3. Kanış, kanı, inanç, düşünce.

Kelimeler, kelimeler. Nereden nerelere geliyorlar veya gidiyorlar? Elindekiyle yetinesin ki fazlasını vaat edip kandırmasınlar seni. Bir şeye inan, kan ki düşünüp düşünüp perişan olmayasın artık. Kanaat et yani inan bana, kan bana, hep beni düşün, düşüncemle yetin, doy benimle.

Bir kanaat nasıl edinilir? Belki yeterince düşünmek gerekiyor ki inanabilesin. Ya da düşünmeye ihtiyaç duymayacak kadar doymuş olmalısın. Böylece düşüncen inancın olur ya da inancın düşüncen.

Bir kanaat bir başka kanaati nasıl kandırır? Düşüncenin kanaat ettiği inanç mı, inancın kanaat ettiği düşünce mi yener? Neyle doyarız?