Birine kaç organınla bağlanırsan bağlan. Organlar sınırlıdır, seninle sınırlı.
Birine teninin yüzeyiyle ve aşağısıyla, sinirlerinle bağlanmak (Yüzeyden içeriye dokunarak konuşmak, sevişmek, öylesine bir anlaşmak istemek). Birine gözünle bağlanmak (onu yüzünden okumak, onun fotoğraflarını çekmek, onu görüntüsünden anlamak istemek). Birine kulağını vererek bağlanmak (Onun sesini biricikleştirmek, onun en severek anlattıklarını öğrenmek, sesinden içeri girmek istemek). Birine burnunla bağlanmak (Onun kokusunu öğrenmek, ezberlemek, anılaştırmak, kokunu önemsemesini, seni kokundan da sevmesini istemek). Birine dilindeki tatla bağlanmak (Onun diline değmeyenleri yemeyi bırakmak, onun dilinin sevdiklerini sevmeye başlamak, aynı yemekleri aynı kuvvetle sevdiğin bir restoranda yemek istemek, aynı restoranları, aynı yemekleri sevmeyi istemek, beklemek). Oluyor mu bunlar? Olur mu? Beş duyunun büyüsüne bağlanan umut, beş vakitte tükenmez mi?
Nöronlar hareketli oysa, onlar enerji; o yüzden sonsuzlar, üretebildikleri. Birine kaç organınla bağlanırsan bağlan, ona sayısız nöronla bağlanmak en iyisi. Kitaplarla, satırlar, sözler, fikirlerle. Ortak fikri zevklerle ortak hafızalar yaratmak. Ya nöronlar kalite kalite ise? Bazı nöronlar anlamıyorsa hatırlamaktan, hafızayı zenginleştirmekten, ortak düşler, ortak anılar yaratmaktan? Olmayan ortaklıkları hafıza ile oldurmaktan, inanmaktan, kanmaktan?
...
Sende her bir nesne ve mekan bir başkasına çoktan bağlanmış. Şimdi, arda kalanları birleştirip yeni anılar dikecekmişiz. Senin geçmişinden arda kalanlardan. Oysa her nesne, yeni gelen sevgiyle yeniden anlamlanmaz mıydı? Anlam katmanları, nesne böyle nesne olur bende. İnsanlar değil, nesneler önemli. Neden? Çünkü nesneler tutulası, sırt yaslayası anılardır, insanlar gibi gitmezler, hepsini toplar, tutarlar benim için, hepsinin karışımından sürekli yenilenen bir dokudurlar. Anılarımın katmanlaştığı nesneler. Şimdi onlara dokunuyorum, çünkü sen varsın, senden anlamlanıyorlar, yeniden, büyüyüp kalınlaşıyorlar, yok olmamacasına.
Hafızayı tutmak, anıları tutmak. Bunun için anlamlarıyla geçmişe çakılıp kalmayan, hep yeniden anlamlanan şeyler gerekmez mi? Anıları tutacaksam, onların kalıcılığından emin olmak gerekmez mi? Hem benim hem senin için.
Bende seninle yeniden varoluştaki onca nesne. Sende geçmişinin artıkları var. Geçmişinde, başkalarıyla yaratılmış ortak anılarda mumyalanmış duran onca şeyden geriye kalanlar kalmış yalnızca, anılaştırılabilecek. Adları bile yok mumyaların, sessizlikleri var. Adlarını geçirdiğimde bilmeden, sessizleşen, gözleri, dudakları, burnu, kulakları, teni o geçmişe, o mumyaya akıveren sen. İrkiliyoruz. Ve sonra, eğer çok gerekliyse, ufak bir yalan. Ve o bilinmeden telaffuz edilen ad, uçup gidiyor, çevresini ürperterek. Adsız mumyalar var çevremizde, ve arda kalanlardan yeni anılar dikeceğiz. Peki. Eksikle yaşamaya alışık biri için kabul edilmez şey değil. Ama elimde ne var? Onu da bilmiyorum ki.
Alan giderek daralıyor. Bedenin verebildikleri tükeniyor. Bedenle ruh ayrılmaz. Düşünerek sevişilmez. Sonsuz, düşünceden azade bir bedenden istenebilecek bir şey değil.
9.1.2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder