30 Kasım 2010 Salı

eksiklik


Bir kere insan güceniyor kendine, gocunuyor. "Nerem eksik?" veya "Neyim eksik?" diyesin geliyor. Kendinle savaş. Gel gör ki beyhude. Eksiklik bağımlılık gibi, içerden sesleniyor sürekli, vazgeçmiyor. Önce zzzzt, zt... Sonra ding dong... Takan yok. O zaman; zırrr, zırrr... Pekala, sen bilirsin. 3..2..1...

Küüütt!

Ne geldi? Bir şey geldi üstüme. Bir ağırlık var. Daha doğrusu, aşırı ağırlığı taşıyamayan aşırı bir hafiflik var. Bir kere, düşünemiyorum. Önemli şeyleri, sıraya konması gerekenleri, çok duygusal olanları, çok mantıksal olanları, halledilecek işleri, kendimi, sevdiklerimi, sevmediklerimi, uzak ve yakın durulacakları bulamıyorum, toparlayamıyorum. Hücreler az, bölünme, çoğalma, artık neyse. Bir de, dizlerimin bağı...Bağlantı kopuyor.


Sen eksikliğini bulana kadar, "Neyim eksik"i çözene kadar. O geldi seni çözdü işte. Hızla sökülen ilmekler gibisin.

Eksikliğinin sesini iyi dinle. Yoksa tüm bedenine yahut ruhuna yayılır, ki zaten aynı. Bir bedenin verebildiği bir ruh var, ve bir ruhun durabileceği bir beden. O denge senin iç kavgalarını dinlemez, ona ne.

Hayatın zorunlu ertelemelerinin de önüne geçen zorunlu bir duruş, bakış, ciddiye alış gerekliymiş. B1+B6+B12 kompleksi bu işi çözecek mi? Gözdeki seğirmeleri? Bir göz doktoru der ki sadece psikolojik, diğeri "Sinir sistemi çöker". Doktorları düşünürken karşıdan karşıya geçmek, ışık huzmelerine çarpmak, bir arabayı teğet geçmek ve hayatta kalmak, hayatta olma düşüncesinin tuhaflığı giderek büyüyor. Üstümden bir şeyler buhar olup uçuyor, hissediyorum, önemli şeyler, ama ne...elim...tut...Küüttt!

Hayatın kalanını ertele, eksikliği tamam etmeyi erteleme. Bir şekilde. Ya et ye, çiğ çiğ de gelse, güzelim bir bağ çözülüyor, bir cinayet işleniyor gibi de gelse, gücüne de gitse. Ya da ilacını al otur. Hayatını ertele, vitaminini erteleme.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder