
Bireyselliğimizin temel çekirdeğini fikirlerimiz ve yaşantılarımız oluşturmaz; bu bireysellik, yaratılışımız üzerine değil, daha ince, daha uçucu ve bütün bunlardan bağımsız bir şey üzerine kurulmuştur. Bizler, her şeyden çok, içsel bir seçmeler ve itmeler dizgesinden oluşmuşuzdur. Her birimiz, dizgesini içinde taşır; bu dizge az ya da çok ölçüde, hemen yanıbaşımızdaki kişinin dizgesine benzer; her zaman tetikte ve hazırdır; hoşlandığımız ve hoşlanmadığımız şeylerden oluşan bir piller dizini gibi, bizi bir şeyden yana ya da bir şeye karşı harekete geçirmeyi bekler. Bir benimseme ve yadsıma düzeneği olarak yürek, kişiliğimizin temelidir. Bir durumu bütünüyle tanımadan, belli bir yönde, belli değerlere doğru çekilmekte olduğumuzu görürüz. Bundan dolayı yeğlediğimiz değerlerin öne çıktığı durumlarda olağanüstü bilgeleşir, duyarlıklarımıza yabancı olan değişik eşit ya da üstün değerlerin öne çıktığı durumlarda da görmez oluruz.
Büyük bir düşünürler topluluğunun bugün candan desteklediği bu fikre, başka hiçbir yerde rastlamadığım ikinci bir fikir eklemek istiyorum.
Başka bir insanla birlikte yaşarken, en çok ilgimizi çeken şeyin onun inandığı değerler dizisi, yeğlediği şeyler olmasında anlaşılmayacak bir şey yoktur çünkü, o insanın varlığının kökeninde ve kişiliğinin kaynağında bunlar yatar. Benzer biçimde, bir çağı anlamaya çalışan tarihçi de, her şeyden önce o dönemde yaşayan insanların ağır basan değerlerinin bir listesini çıkarmaya çalışır. Yoksa o çağın belgelerinin tarihçiye açıkladığı gerçekler ve bildiriler, ölü birer mektup, birer bilmece, birer sessiz oyun olup çıkar; derinlerine inemediğimiz, o kişinin gizli 'ben'inde ne gibi değerlere hizmet ettiğini yakalayamadığımız zaman, başkalarının söz ve davranışları da tıpkı böyledir. Bu ben, yüreğin oluşturduğu bu çekirdek, aslında büyük ölçüde onu içinde taşıyan - daha doğrusu onunla birlikte doğmuş olan - bizden, kendimizden bile saklanmıştır. Bu çekirdek, yeraltının yarı karanlığında, kişiliğin mahzeninde iş görür; onu algılayabilmek, ayaklarımızı bastığımız toprak parçasını görmek ölçüsünde güçtür. Gözbebeği de kendisini görmez. Üstelik, yaşamlarımızın büyük kesimi kendi çıkarımız için oynadığımız iyi niyetli bir güldürüden oluşur. Bize ait olmayan davranışlar edinir, üstelik bunları, başkalarını kandırmak için değil, kendi gözümüzde kendimizi yüceltmek için, tüm içtenliğimizle oynarız. Kendimizi oynayan bizler, toplumsal çevrenin ya da istemimizin organizmamız üzerinde yarattığı ve gerçek yaşamlarımızın şimdilik yerine geçen yapay etkilerin dürtüsüyle konuşur ve davranırız. Okur bir an durup da kendini çözümlemeye girişirse, "kendi" fikri ve duygularının büyük bir kesiminin kendisine ait olmadığını, bunların kişisel ben'inden kendiliğinden doğmadığını, tersine yoldaki tozun gelip yolcunun üstüne konması gibi, toplumsal çevreden gelerek onun içindeki en derin koyakta birikmiş başıboş fikirler ve duygular yığını olduğunu şaşkınlıkla - belki de korkuyla - keşfedecektir.
Öyleyse edimler ve sözler, bir konuşucunun içindeki en derin gizleri çözmeye giden en iyi ipuçları değildir. Bunların ikisi de hem denetlenerek değiştirilebilecek hem de taklitle edinilebilecek şeylerdir. Suç işleyerek bir servet biriktiren hırsız, bir gün bir insanseverlik ediminde bulunabilir ama gene de hırsız olmaktan kurtulamaz. Sözleri ve edimleri çözümlemek yerine, önemsizmiş gibi görünen şu şeylere bakmak daha yararlıdır: el kol hareketleri, yüzdeki anlatım. Önceden düşünülüp hazırlanmadıkları için bunlar, derinlerde yatan gizleri ele verir, genellikle tam bir doğrulukla yansıtırlar.
Ortega Y Gasset - Sevgi Üzerine
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder