23 Ocak 2010 Cumartesi

yazar olma gecesi




YAZAR, yazıyı değiştirip başladı yazmaya. Yazı da kendi gibi, doğasından değişken. Aşina olduğunu seçti, başladı.

İlk satırın başları: Bütünlük yok, güven az. Bu eş zamanlılık YAZAR'ı zorluyor. Küçültmeye alışmış kendini, yazdıklarını, beğenilerini, takdir edilmeyi. Yazıyı değiştirebilmek, yazmaya başlamak için önce bu küçültmeyi değiştirmeli. Ama nasıl? Cevabı başka bir soruda arıyor: Neden hep, kendini büyük harfle yazıyor?

Şimdiye kadar kendisiydi satır aralarında dolanıp duran. Tekli oynamak! BEN'in seslerini yazmak, artık ona zor geliyor. Peki aşina olduğundan değilse, nerden başlayacak?

"Yazdığın başkaları sen, yazdığın sen başkaları" diye bilirdi. Oysa bir BEN var ben’den dışarıda; bağıran, bastıran, durduran ve kendine kilitleyen bir BEN. Aradığı, ben’in aslı; geçirgen, yazıyı ve her şeyi değiştirmeyi, yaratmayı mümkün kılan. Onu bilmiyor, ama bilmek istiyor. Sıkışmış. Siz olsanız, ne yapardınız? 'Aşina'nızı biteviye sorguya mı çekerdiniz, yoksa kuyudan çıkmak için daha kalın bir ip mi arardınız?

Seçimler kaçınılmaz ve seçimler yalnız. O da tüm gücünü bu seçime harcadı. Devam etti yazmaya. Konusu yoktu yalnızca. Ne yazsa, ne yazsa?

**

"Önce, yaratıcılık üzerine biraz düşünmeli" diye düşündü. Yaratmak için ne gerekir? Sabır. İnanç. Yetenek? Rollo May sormuştu: "Yetenek ile yaratıcı edim ve yaratıcılık ile ölüm arasındaki ilişki nedir?" Yaratıcılık ile yaşamı düşünsek peki; yaratarak yaşama ihtimali(miz) nedir? Yeteneğimiz kadar mı?

Bazı yaratıcılar nasıl yaptıklarını açıklarken, "Çocukluğumdan beri buydu" der. Diğerleriyse: "Büyürken keşfettim yeteneklerimi. Ancak o zaman sona erdirdim, sonsuz yönlendirilmelerimi". Yetenek doğumumuzla mı doğar, zamanla mı büyür?

Çocuk. Aynaya bakmayan, yetip yetmediğini değil, sadece içinde olduğu şeyi, içerden düşünen. "Berlin Üzerinde Gökyüzü" filmi geldi hafızasına, çocuk hala çocukken olup biten hemen her şeyi bilen film.
Çocuk çocukken, yaşamı(nı) yaratır. Büyürken, hücrelerimizdeki yaşamla birlikte, sayısız yaratım ihtimali de her gün ölür. Doğrudan çocuklara yönelen pek çok söz, çocukluğun ürkütücü yaratım gücünü emerek, bu düşüşe bilinçle hizmet eder. Örneğin, bir lise müdürü her cuma öğrencilere konuşur: "Şimdi KÜÇÜK BÜYÜK adamlarsınız. Büyüyünce BÜYÜK BÜYÜK adam olun, sakın BÜYÜK KÜÇÜK adam olmayın." Müdürün hizasından baktıkça kaybolan ben’le, çocuklar YAZAR’lara dönüşür, yazamayan.

Burada şaşırtıcı olan, çocukluğun kaybının, o süreğen üzüntünün başlı başına yaratım doğurucu olması. 'Büyükler için' ambalajlanmış birçok söz ve yazı aslında çocuklara dokunsun diye yazılmış gibidir. Onlar için, "Büyük Küçük"lüklerin itiraf edildiği çekingen, hatta utançlı cümleler, dizeler bunlar, yükseltici. Dünyayı ailelerinin diz hizasından görmesinler, güçlü imgeleriyle yukarıya doğru, korkmadan bakıp, yerde unutulanları gökyüzünden kavrasınlar diye. Kendi düşlerini farklı kurabilsinler, kaybedeceklerini kendileri seçebilsinler diye.

*
YAZAR, bütün büyük alışkanlıklarından, ismindeki yalancı büyük harflerden kurtulup, bir yazar olmak istedi. O zaman, kayıplarını diriltebilmek için, çocuklara hakikatle dokunan o cümleleri aradı.

*

Müzisyen Bülent Ortaçgil, bebek kızına bir şarkı yapmış; geçmişinden ve geleceğinden, bir kerelik değil ömürlük konuşmuş onunla:

"Büyükler dünyasına hoş geldin,
Ne kadar içtendin.
Biliyor musun?
Değişeceksin..."

Şair İsmet Özel, Erbain’in başı.
"Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir?
Yaşamayabileydim yazar mıydım hiç şiir?
-Yaşama!
-Ya ne bileydim?
Yazar: Mıydım
Hiç: Şiir."
Bir de şunu demiş sonra, yaşamak ve yazmak arasında bir hayat özeti:
"Şaşılacak bir dünyada yaşamaktı; öğrendik."

Şair Edip Cansever, armut ağacına "İyi sabahlar" deyip, aklında belirenleri dökmüş, hep beraber kaybolan adamları çekiştirmek ve dünyayı düz etmek ister gibi:

"Sana bakınca yüzüm değişti
Bütün gün çalışıyorum en kötü iş yerlerinde
Yorulup bunalınca hep o sana bakmayı deniyorum
Birden çarşıyı gösteriyor dallarının inceliği
Hem niye saklamak, çarşıyı gösteriyor işte
Bak! Şakur şukur şapka satın alan birisi
Yusyuvarlak bir kişilik deniyor
Pis adam - ne kötü dünya - öyle mi değil mi?"

Yazar Ursula K. Le Guin, Yerdeniz gezegeni ve karakterleriyle büyümeyi, yetişkinleşmeyi bildiğimizden bambaşka kurgulamış; büyüme mücadelesinde görünmez kılınmış pek çok yeni seçenek ve olasılıklarla, alışılmadık bir ferahlıkla. Nasıl yazdığını açıklarken, ezber dışı yollar arayan tüm umutsuzlara şefkatle çarpıyor:
"Büyümek, benim yıllarımı alan bir süreç oldu; bu süreci otuz bir yaşımda tamamladım - ne kadar tamamlanabilirse; o yüzden de çok önemsiyorum. Çoğu genç de önemser. Ne de olsa esas işleri budur: Büyümek."

**

yazar, yaratıcılığı da yaşamda büyüyen bir çocuk gibi düşündü. Onu çoğaltan ve ufaltan saatleri, mevsimleri, nedenleri. Örneğin, gece yaratıcılığı... Uzun sessizlikte kafan günden temizlenir; kendin için düşünebileceğin bir yer açılır. İstersen, kullanırsın. Gün içinde yaratmak ise en zoru sanki. Başkalarının refahı, onların yaratıcılığı için yorulmaya atfedilen saatlerde. Bu acıtıcı yorgunluk, yazıda delikler açar hep.
Bazen de mevsimi değildir yaratmanın. Herkes bir ara, durmak ister. Kimisi bunu hiç denemez bile, kimisi yaşam biçimine dönüştürür. Bazılarıysa aradadır, pek çokları. Siz, ne zaman yaratırsınız?

yazar, burada, bu gecede durmak istedi. Yazının değişkenliğinden nasip almak, yeni biçimler yaratmak için durmak. Yaşamı, evrimleri ve yaratmayı derinden anlamak için, yazarken durmak. İlk satırdaki ilk görünmez soru işaretinin başında. "Bu da bir seçim" yazdı defterine, yalnızca. "Tembelliği yeniden düşünmek gibi, arzulamayı öğrenmek gibi, emeklemek, hatırlamak, yüzleşmek gibi. Büyük harfli kimliksizliğini, küçük harflerle gerçek bir isme çevirmek gibi. Böyle olsun. Önce yazı çoğalsın ki, onunla çoğalayım."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder