
Dicle gitti. Ağlamak küstahlık mı, bilemiyorum. Veda etmek için yazdığım notta, 'siz' diye hitap ettiğim, 'sen' diyememenin canımı acıttığı biri, gitti. Cesedi geldi. Şimdi cenazesi olacak, bir 'intihar'dan bir 'ölüm'e dönüşecek, hızla. "Allah rahmet eylesin" ile pek çokları kendi noktasını koydu bile, sabırsızlıkla. Bu arada, sitem edenler: "Neden gittin, neden bizi bıraktın?" Azarlayanlar: "Bilmiyor muydun gitmenin çözüm olmadığını? Bize acı vereceğini bile bile nasıl yaparsın?" Dicle, kayıp bedeniyle bir sorgu tahtası olmuştu bile. Şimdi ise sahile vurdu, "Susun artık" der gibi, derdi gibi geliyor.
Biz mi? Taziye mesajlarımızdan belli değil mi? Azmış egolarımızla, aynı memlekette yaşamaktayız hala. Unutkanlığımız baki, hatırlamaksa kibirimize yarıyor. Alayın 'sarkazm' diye övüldüğü, daimi bir parlak zeka sergisi olarak gündeliğe yerleştiği bir Dünya şehrinde, eğitimli güruhuz. Herkes birbiriyle alay ediyor, büyük bir keyifle, hırsla ve şehvetle. Zaman içinde, kendisine yapılınca bozulmamayı, aklını da püskürtülecek daha zekalı cevaplara yormayı öğreniyor. Ve, Usta'laşıyor. Kendi yaradılışına olan ilgisini yitirdikçe, diğer 'bozuk'ları daha kolay görüveriyor, onların ne 'oldukları' üzerine daha rahat konuşuyor, haklarında daha sert, daha sivri alaylar geliştiriyor; yeni tarzlar.
Alaycılar birbirlerini takdir ediyor, teşvik ediyor. "Biraz da şununla etsene", "Senin ağzından şöylesi bir şeyi duymayı ne kadar isteriz!" Kalemler de diller gibi buna çalışıyor. Apolitiklik, alay konusu. Politiklik de öyle. Hayatını yaşamak, alay konusu, ölmek de, ölümü seçmek de... Faşistler, tam alaylık, ama solcular da epey öyle. Katledenler şöyle, sızılananlar böyle. Hepsinin sırası geliyor. Sıra bir tek, kendine gelmiyor, kendimize. "Kendimize gelemedik bir türlü" diyenlere ise, çok kolay geliyor sıra. Hah ha, kendini ele veren salak! seni.
Bizim (benim) gibi olanlar, bizim (benim) gibi olmayanlar. Zekaları, zekasızlıkları. Söyle bana, sen, ne kadar ışıldıyorsun? Sen, bana, benim benime ne katabilirsin? Elime ne ölçekte, su dökebilirsin? Sana neden saygı duymalıyım? Savun bana! Seni neden sevmeliyim?
Şiddet mi? Pek duymadım. Kim kime nerde, ve ne zaman yapmış? Bizimle peki, ne ilgisi varmış? Paranoyakça düşünceler bunlar, hezeyanlar. "Biliyor musun bazen çok sıkıcı oluyorsun!" Senin orada ne işin vardı, ki? Bir zeka! kontrolü lazım. Emin misin, bizim kadar 'parlak' olduğuna? Bizim gibi güçlü, ve emin? Tutarlı? Kendini edebiyata çevirebiliyor musun, her şekilde? Anlamak, mı? Anlamıyorum gerçekten, neden bahsettiğini. Neyse.
Evet. (Saygıymış) Lafımızı söyledik. Hadi artık, müsaade et de biz de hayatımıza devam edelim!
Nerde kalmıştık?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder