24 Aralık 2019 Salı

society


It's a mystery to me
We have a greed
With which we have agreed
You think you have to want
More than you need
Until you have it all you won't be free
Society, you're a crazy breed
I hope you're not lonely without me
When you want more than you have
You think you need
And when you think more than you want
Your thoughts begin to bleed
I think I need to find a bigger place
'Cause when you have more than you think
You need more space
Society, you're a crazy breed
I hope you're not lonely without me
Society, crazy and deep
I hope you're not lonely without me
There's those thinking more or less less is more
But if less is more how you're keeping score?
Means for every point you make
Your level drops… 

Türkçe diline çevir

people


3.35 “People are all we’ve got. Look at me. People are all we’ve got”

3 Aralık 2019 Salı

dans salgını


"14 July 1518 – Somewhere amid the narrow lanes, the congested wharves, the stables, workshops, forges and fairs of the medieval city of Strasbourg, Frau Troffea stepped outside and began to dance. So far as we can tell no music was playing and she showed no signs of joy as her skirts flew up around her rapidly moving legs. To the consternation of her husband, she went on dancing throughout the day. And, as the shadows lengthened and the sunset behind the city’s half-timbered houses, it became clear that Frau Troffea simply could not stop. Only after many hours of crazed motion did she collapse from exhaustion. Bathed in sweat and with muscles twitching, she finally sank into a brief restorative sleep. Then, a few hours later, she resumed her solitary jig. Through much of the following day she went on, fatigue rendering her movements increasingly violent and erratic." (pp. 1–2)

17 Kasım 2019 Pazar

Ev: bir sığınma meselesi


Evden anladığımız nedir? Bu karışık bir soru. Sevgi-nefret ilişkisinin tasviri karışıktır. Ama her karışıkta bir çözülme ihtimali yatar. Bu yüzden güzeldir ev üzerine konuşmak, yazmak.
Ev hem bir olgu hem de bir kurgu olarak hayatımızda. Eve dair imgelemimiz onun içkin bilgisine ulaşmamıza yetmiyor elbet. Yine de evini anlatmak ister insan, onun içinde oluşturduğu özgün hafızayı. Eski evlerimiz örneğin, içinde birtakım yaşantılar bırakılmış bina bölmeleri. Bazen birinin yakınından geçilir. Boyası, perdeleri, pencereleri değişmiştir. Geçmiş kimlikler ve benlikler hatırlanır. Neydik, ne olduk? Nerdeydik, nereye geldik? Ev yerinde durur durmasına ama onun fikri, bizdeki “ev” fikri hayat çizgimiz üzerinde yolculuğunu sürdürmekte. Evlerimiz değiştikçe, eve dair fikrimiz değiştikçe, onu kuruşumuz, yaşayışımız da değişiyor. 
Aile evi, sürdürmek üzerine kurulu, doğurarak, alışarak ve sıkılarak artık bireyliğimizden geçmemizi salık veren çatallı bir ses çoğu zaman. Baba evi, işten gelinen, işten gelenin karşılandığı, gerilen, katılaşan, bağışlanan, aile olunan bir yer. Anne evi, kurulmuş bir anneliğin dokuduğu geçmiş ve eşyalarla aslen ona sığınılırken kalınan yer. Öğrenci evi, düşüncelerin, sorguların, endişelerin toplaşıp dağıldığı ve zaman zaman paylaşıldığı, varlık ve yoksunluğun birleşik, dağınık mekanı.
Böyle bildik kurgular arasından bizi çekip çıkaracak, tam tamına bizi anlatacak bir ev fikri nasıl olabilir?
Hapishane çağrışımından, bunaltı hissinden temizlenmiş, esasını bulmuş bir ev. Üstümüze kapanmayan, bizi açan bir ev. Benim evim ya da bizim evimiz esasını bulmuş “ev” benim için. Bu türlü bir ev, sığınak fikrini güzel kılıyor. Sığmak ve sığınılmanın mekanı olarak kurgulanan ev düzen içinde düzensizlik ve göçebelik ihtimaline açık kollarıyla kapıdan girer girmez kucaklıyor. Yeni ritüellere kışkırtan bir tarafı var. Hayat ödevlerini kendi zamanlarında, kendi usulünce yapmakla “babasız da yapabilme”nin ev hali. Bozulan ve kırılan eşyalardan, eşyaların sonlu doğasından korkmamak anne evinde anneye sığınmanın yarattığı gelecek korkusunu yenmenin en hoş yollarından biri. Öğrenciliğin, “mekanım” fikrine derinleşemeyen aklıdışardalığından da epeyce uzak. Aile düzeninin açık veya örtük dikteciliğine bulanmayan. Cismiyle olduğu kadar fikriyle de açık bir kıta burası.
Yeni bir “ev”, eğer gerçekten bizim kılabiliyorsak, yeni bir hayata başlamanın en harika patikalarından biri. Odadan odaya, eşyadan eşyaya, sokaktan sokağa, kedilere, komşulara, yeni tınılara ve yeni ilişkilere gebeliğiyle yepyeni bir yol. İçten dışa bir sığınak. Biri bize hükmedercesine sığınmadan, içine sığınma zorunluluğuyla girmediğimiz, ebedi kurallardan azade bir sığınak bu.
***
“Evimiz”de kurallar yoksa, ne olabilir? Dantel örtüler. Muşambalar, kir tutan kumaş örtüler de. Eşyalar eski ve gıcır gıcır, ucuz ve pahalı, indirimli veya değildirler. Kirlenirler, yıkanırlar veya yıkanmazlar, lekeleri çıkar, lekeleri kalır. Bazen kırılırlar, sayıları artar ya da azalır.
Evimizde “kötü alışkanlıklar” olur. Burada alışılmadıklar ve yeni alışkanlıklar gönül rahatlığıyla doğar. Uykusuzluk ve derin uykular. Kaçırılan toplantılar, son anda yakalanan vapurlar, unutulan görevler ve hatırlanan arzular. “Ne istiyorum? Ne istiyordum? Sonra ne isterim?” Soruların dış güçlerce sorgulanmadığı bir özel alanda bunlar rahatlıkla sorulabilir.
Ev, özel eşyalarla geçmişi toparlar, sorulara bazı yanıtlar sunar, yeni sorular sorar. Anı defterleri, okul defterleri, not defterleri, anekdot defterleri, ajandalar, hesap defterleri, bunalım ve ilham defterleri. Sarı tonlarda aile fotoğrafları, otomatik çekim kaçak tatil fotoğrafları, merak, şaşkınlık ve vicdan muhasebesi kokan sokak fotoğrafları. Üst üste dizip tüm geçmişi, yukardan şöyle bir bakmak gündelik perspektifi devirir, göz hizasından görünmeyenleri gösteriverir.
Böyle bir evde ruh ve beden sağlığı sterilize olunmadan sağlanır. Haplar, bitkiler, kafa dinlemeler aynı güçte ilaçlardır. Pislik, temizlik kadar, temizlik de dağınıklık kadar kurtarıcıdır. İyileşmek için bazen yatılmaz; kalkılır, zıplanır. Günün ve aklımızın söylediği söz neyse odur tedavi.
Burada mutluluk kronometresiz, geniş vakitlerde aranır. Büyümek, yaşlanmak veya ölmek, birer kariyer sorunu olmaktan çıkar. Yürümek, koşmak, eylemek ya da durmak. Hepsi olur, hepsi bizi oldurur. Bünyenin kendi doğrusunu bulmayı kendisine deneye tökezleye öğrettiği bir sığınak olur ev; dura dura, yapa yapa, düşüne düşüne.
Yaşamın kendisi gibi sürebildiği bir evde, kimler yaşar? Canlılar. Hayvanlar, bitkiler ve insanlar. Tek, çok, yeni ya da eski canlılar yaşar, sıranın önemi yoktur. Müzik, resim ve plastik sanatlar kadar el işleri, mutfak işleri de yerleşebilir, sınırlama yoktur.  Kitap, gazete, dergi ve broşürler de karikatürler kadar yaşar. Bahçe yaşar ve bahçedeki çamaşır ipleri de aynı derecede canlıdır. Başka kim ıslak bir çamaşırı bir saatte kurutabilir? Burada değer verilmez, alınmaz, vardır sadece.
İnsanın bir sığınma özgürlüğü varsa eğer, her şey sadece kendisi olarak yaşanabilir.
***
“Yurtsuzluk iyidir” der bazıları, “Yuvasızlık iyidir.” Yurt, yuva, sığınmak nedir? Anlamları biz verebilirsek eğer, yurt da, yuva da bizimdir. Onurumuz gibi, bedenimiz gibi, evimizi de biz tanımlayabilirsek, tanımlarımızı çerçeveleyip duvarımıza asarız, istersek. Sonra o çerçeveleri de keser atarız, istersek. Hayatımızın kökü bizdeyse eğer, onu ister kurutur, ister havaya salarız, ister yuvamıza. Kapılar açıksa, irademizin kolları bağlanmamışsa, o zaman çıkıp gitmek, çekip gitmek kadar dönmek de güzeldir.

Amargi 2010 Sonbahar (18) sayısında yayınlandı.
photo: Judy Dean