27 Ocak 2011 Perşembe

şiddet


Şiddet, çıkamamaktır. Girememek, ve anlatamamaktır. Fazla(dan) bakıştır, bakarak kilitleyen. Kısıldıkça kendini kısmak. Çarpıntınla kendine çarpmak, dıştan içe içten dışa, ucunu buldurmayan. Koca siyah bir at ve minik bir çocuk gibi, sevginin korkuya karmakarıştığı andır.

Dışarı attıkça içine dolar, doldukça atarsın, daha yüksek, daha yüksek, yüksek! Atamazsın. Ürer. “Yok ol” dedikçe. İçinde küçücük tutmak en iyisi belki de. Çoğalırsa ya intihar ya cinayettir.

İç hacminin darlığınca patlayan basınç: “İçini ferah tut!” Her yerde, her türdedir; farklı ve aynı. Savaştır. Doğal olanla eşler kendini, doğanı sorgulatır. Sorarken sen her şeyi, yine yine gelir.

Koruma vaat eden kurumlar vardır. Aile, devlet, bir başkasının kuvveti. İnanır mısın hiçbiri, ondan daha çok var olamaz. O orda, çekirdeklerinde göz kırpmakta. Bakar, bekler, seslenir, yapar.

Yapamamaktır, yapsan da, yaptıkça da. Gidememek, kalamamaktır; ortası yoktur.
Sevmez, sevdirmez, ama bir bakarsın, zevki onunla almışsın, tadını ondan almış ağzın. “Anlam”ı yer, düşünemezsin. “Neden?” diye sorarlar. “Neyim ben?” dersin. “Bu dünya nedir?” Anlatamamaktır o, çünkü anlamamaktır.

Sorarsın ona: “Özgür irade” diyorlar. Gidiyorsun, çelme takıyorsun, ısırıyor, aldatıyorsun. Hayal ve can kırıyorsun. Öldürüyorsun; ölerek? “Emek” konuşur, emek düşünür, emek anlarken, ötekinin emeğini yiyenlerden oluyorsun; afiyetle?

Beden mi, akıl mı, ruh mu, “insan” mı? “Normal”in kaybı mı? Sorular felsefeye yarar. Hayat daha sert akar. Yine de sorarsın, cevapsız soru hiçten iyidir diye.

Sorarsın kendine: Öncesi nasıldı peki? Önceleri, annenin karnında? Duymuştun, sonra gördün. Gözlerin ve kalbin birken, daha o kadar küçüksün. Yavaş yavaş sana geldi, çarptı, sarstı, sarstı, ağlattı... “İçten” olma yaşındı. Dışarı bakardın, aynandı. Her evde olurdu böyle şeyler, dediler, hep. Başka hiddetli tencerelerde pişen başka küçük yaşların komşuluğunda büyüdün, masadan masaya, salondan odaya, okuldan okula, şehirden şehre. Her şey çok çabuk oldu, her evde olduğu gibi. Bu hızla, dışın kızardı, için pişmedi. Bir acılık kaldı orda, artık yoğrulamayacak kadar belli belirsiz, unufak bir hamur. Yüzünü kabuğuna döndün; bakımsızdı, onardın, süsledin, destekledin, itekledin. İyi bir sunum için iyi bir kabuk. Sonra yine sesler duydun, başka büyümüş yaşların başka köpürmelerinden. Kimisi kabuğundan kek, kimisi pasta yapmıştı, kimisi zehri içine, kimisi üzerine dökmüştü. Seçemedin, yiyemedin, yedirmedin, sonra gün geldi, bir yasak elma da sana düştü. Kabukların çatladı ve aktı şiddet, içinden dışına, ya da tam tersi, kim bilir?

Sofralar vardı, onları dolduran sessizlikler ve sesler, kokular ve korkular. Salonlar vardı, onları dolduran kavgalar ve diziler, odalarda belki suslar ve dizeler. Hayatta olasılıklar vardı ve aynı kapıya çıkan başka yollar. Şiddet çakıldı, burkardı seni veya tekme atardın, nereye gittiğine bakmadan.

Gözyaşları, gözündeki düğümü açar mı, dilindeki kilidi kırar mı? En başa dönsen bile, “yeni” bir başlangıç olur mu bu? Umut bir olasılık. İnançsızlık da diğeri.

Temmuz 2009

Fotoğraf: Nan Goldin (Nan one month after being battered, 1984)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder