"Pardon!"
...
"Pardon, bir saniye. Bakar mısınız?"
...
"Afedersiniz, bi, bi bakabilir misiniz?"
...
"Pardon, bişey sorabilir miyim acaba?"
"Bir şey sorabilir miyim? Öncelikle teşekkürler vakit ayırdığınız için. Ben Ayşe. Sıradan bir ismim olduğu için sokakta böyle bağırarak dikkat çekmek istediğimi düşünmüyorsunuz umarım. Şimdi size ismimi söyledikten sonra yani. Aslında bu kadar düşünmek iyi değil, biliyorum. Kısaca özetleyeyim, ben size, aslında siz olmanız tamamen tesadüfi oldu çünkü ilk siz durdunuz, yani kim durursa, ben ona... Aslında buna da pek tesadüf denemez ya, bir yerden bakarsanız her şeyin bir sebebi vardır. Sonuçta benim bir sorum vardı. Kime derseniz, soruma yanıt vermeye tenezzül edecek ilk kişiye, ve o talihli siz oldunuz. Hahahahahah!... Afedersiniz, size güldüğümü, hatta sizi böyle kendi kendime gülmek için durdurduğumu düşünmediniz umarım, asla böyle bir şey yok. Olan şu, benim bir sorum var, size. Aslında bir veya birden çok soru olarak da kurgulanabilir. Kurgu hem birleştirmek hem parçalamak yönünde işleyebilir. Ama önemli olan içerik aslında, şu anda en azından. Tabii bu da bir başka zaman tartışılabilir, daha geniş bir zamanda, eğer siz de isterseniz tabii... Saatinize baktınız, kaç olmuş acaba, geç olmamıştır umarım. Esasında söylemek istediğim, hakikaten bu günlerde en çok düşündüğüm şey bu, gerçi herkes düşünmüştür bir zaman elbet ama nedense bana... Ah durun, lütfen durun, CANINIZI SIKMADIM UMARIIIIMM!"
...
"Pardon! Afedersiniz!"
...
"Merhaba. Az önce bir bey gitti, sizden biraz önce sadece. O da burada olsaydı ona da sorabilirdim, sizinle beraber tabii, veya sizsiz, yani nasıl isterseniz. Her neyse, ne diyordum. Benim size bir sorum olacaktı. Nasılsınız? Anlamadım diyeceksiniz. Diyebilirsiniz tabii. Aslında bugün burada olmamın nedeni bu. Ben de anlayamıyorum. İnsanlar nasıllar acaba? Ne kadar benim gibiler? Hayır yani, şu anda birileri illa benim gibi olsun, hissetsin falan gibi bir derdim hiç yok. Sadece merak. Ama sormayın, nasıl bir merak bendeki. Kutularım var. Evet, kutu. Kafamda. Kim ne zaman koydu onları oraya, bilmiyorum. Kendimi düşünür buldum beri oradalar. Yalnız bazıları çok dolu, renkleri de koyu. Bazıları hep boş kalıyor. Bunlar, yani dolu olanlar, tabii doluluk oranı değişebilir, ona bir şey demiyorum, şimdi iddia etmiş olmayayım, arada bir taneciği boş da kalabilir belki, birkaç gün belki. Ne diyordum? Bunlar, bu dolu olanlara ‘olumsuzlar’ deniyormuş. Diğerlerine de ‘olumlular’, hani, genelde, boş olanlar. Veyahut kötümser ve iyimserler. Mesela kötülük ve iyilik. Kara ile ak da böyle kutulanabilirmiş. Ahlaksız, ahlaklı. Ölüm, yaşam. Yalan ile gerçek. Ah şimdi size saysam, inanın bitiremeyiz. Ben geçen gün bir şey keşfettim, bu aynı zamanda doğruymuş da sanırım, ‘denge’ lazımmış. Hepimize lazımmış aslında, bakmayın. Bugün ben çıktım aramaya, yarın belki siz, öbür gün o öbür bey. Yanisi şu, o kutuların hepsi biraz dolu, biraz boş olacak. Ama hepsinde bir şeyler olacak.
...
Mesela biri sizi aldattı diyelim. Kandırmak olur, göz oyunu, ışık oyunu, duygu oyunu. İşte biri sizi aldattı diyelim, bir şekilde, onu hangi kutuya koyarsınız? Denge diyormuş ki, biraz iyiye koy, biraz kötüye koy, biraz yaşamdan, biraz ölümden yesin, mesela. Ama ben hep gidiyorum, onu kötüye sokuşturuyorum. Takıntı işte. Çok denedim, denemez miyim? Neşeli uyandığım her sabah koşup, kendimden bile gizleyerek, onu aldım ölümden, aldım yaşama koydum mesela. Sırf meraktan. İyiye koydum, güzele koydum, özele koydum. Kötüden, pisten, kakadan aldım, önce temizledim parlattım, sonra koydum. Ama bir zaman geçti, çok da uzun geçmedi. Kötü kokular gelmeye başladı, bir baktım her taraf küf atmış, kurt basmış. Kızdım sinirlendim, aldığım gibi onu koydum eski yerine.
Sonra ona benzeyenlerin hepsini onun yanına tıktım. Tıktım tıktım. Sıkıştılar mı, havasız mı kaldılar diye düşünmedim. Hadi onları düşünmedim, kafamı niye düşünmedim, kutucuklarımı niye düşünmedim?
Bazısı patladı, bazısı büzüştü içine çöktü. Kutularım yok oluyor. O zaman ben de çıktım kafamdan, koştum geldim. Şimdi size soruyorum. Siz nasılsınız? Nasıl yaparsınız yani, kutularınızı? İnsanları, böcekleri, sistemleri, duyguları, fikirleri, arzuları, gözyaşını, kahkahayı, erdemi, yanılsamayı, zekayı, aptallığı nerelere koyarsınız? Yerlerini değiştirir misiniz, kötü kokular alır mısınız? Hiç değişmezlerse peki, kendi kendinize konuşur musunuz, sürekli?
Ha bir de, geçen gün ben bir şey keşfettim. Bazıları kutusuz yaşarmış. Düşünebiliyor musunuz, kutusuz! Her şey aynı yerde, onca koku, onca çarpışma, onca farklı hız, farklı heves aynı yerde tıkış tepiş. Nasıl olur? Bunu hele hiç anlamadım. Siz anladınız mı? Hey, HEY! VAR MI SİZİN DE KUTUNUUZZ!"
...
Sonra, düştü. Bir anda oldu. Sonra kalktı, bir anda. Koştu, girdi, kapadı, sustu, uyudu, yedi, izledi, dinledi, ağladı, bağırdı, çizdi, yuvarlandı, vurdu, vurdu, kalktı, düştü, baktı, baktı, kalktı, sevdi, gitti, geldi, güldü, gitti, geldi, güldü, gitti, gitti, gitti, durdu, durdu, kalktı, içti, geldi, sevdi, kızdı, okudu, sevdi, kızdı, kızdı, ağladı, kızdı, ağladı, acıdı, vurdu, içti, durdu, uyudu, sevdi, durdu, durdu, durdu...