Seni düşlerime aldım,
Uykusuz kaldım.
Seni uykularıma aldım,
Düşsüz kaldım.
Başıma aldım, sensiz;
Gönlüme aldım, başsız,
Sensiz, yollarda pulsuz,
Pullarda mektupsuz kaldım.
Sana adlar aradım..
Ardında adsız kaldım.
Özdemir Asaf
13 Aralık 2010 Pazartesi
12 Aralık 2010 Pazar
depresyon

-Biraz kendinizden bahseder misiniz?
-Beni anlamıyorlar. Çok farklıyım, o yüzden. Görmezler. Hepsini çok iyi çözdüğümü düşünüyorum. İnsanlar düşünmüyorlar, sadece yaşıyorlar, nasılsa o! Beni delirtenler neden delirmiyor? Hayat neden böyle? Yaşamak güzel diye cümle kurup beynimize kazıyan tarihteki o ilk hödük kim? İnsanda olmaması gerekirken bende olanları çok iyi biliyorum. Anladığım ne çok şey varken bunu anlamıyorum. Ben insan mıyım?
İnsan. Aslında insan yalan. Ben de dahil. Eğer insansam ki öyle görünüyor. Zaten ben dediğin nedir ki? Olmaya çalışıp olamıyoruz, sürekli bu. Bazen koşuyoruz, bazen duruyoruz, bazen de öylesine konuşuyoruz. Yolu bir olan aklı kaybettik. Ondan beridir, elimizdeki nedir, onu bile bilmiyoruz. Bir bilsek azıcığını, azıcık rahat etsek. Belirsizlik bazılarını kırar. Hayal kırıklığı, sonra mutsuzluk. Bütün mevzu bu değil mi? Ne var ne yoksa ortaya konsun, açık olalım, bir kerede kırılalım bozulalım bitsin. Sonra kim deli kim akıllı ise alsın kendi aklını yoluna gitsin, küslük dargınlık haset fesat olmasın. İnsanı gerçek sanıyorum bazen, sonra her yeni güne yeni bir çalkantıyla başlıyorum. Halbuki bilsem, deseler ki bana açık açık hepimiz yalanız, neden dalgalanayım? Bu kimsenin işine gelmiyor, insanların. Ben insan mıyım?
Basitleşmesini isterken, yaşlandıkça rayına oturur derken her geçen gün daha da karışmasına katlanmak mümkün mü? Sokağa işeyen bir adama kaç farklı bakış açısıyla kırılabilirim? Neden benim yanımda olmayı değil sokağa işemeyi seçiyor? Neden birlikte işemeyi teklif etmiyor? Arkasında durduğum halde işerken nefesimi nasıl hissetmiyor? Ona nasıl baktığımı gördüğü halde neden aynı kımıltısızlıkla devam ediyor? Pipisi elindeyken sırtı neden bu kadar dik? Pipim de yok. Ben insan mıyım?
Selamlaşırken düşünerek başlıyor, türdeşleriyle alıp verebileceği her ne varsa sonuna kadar böyle devam. Şimdi ben, bensem, bu bana yakışır mı, ismime yaraşır mı? İşte insan. Meditasyon mu yapsam, intihar mı etsem? Hepsi çok insan işi geliyor. Kurtulmak fikri, türdeşlerimden. Kibirliyim, onlar gibi olmayacağım. Hepsini biliyorum, her şeylerini çözdüm. Çekip gitsem bomboş bir yere? O zaman kendimden de kurtulur muyum? Yoksa ben insan mıyım?
Fotoğraf: Tuğçe Ayerdoğan
yaratma

Shakespeare'in "64. Sone"sinin sonundaki dört mısrada anlatılan düşünceyi alalım:
Böylece yıkımlar bana düşünmeyi öğretti,
Zamanın gelip aşkımı götüreceğini.
Bu düşünce ölüm gibi, değiştiremez
Yalnızca ağlar, yitirmekten korktuğuna sahip olduğu için.
Eğer toplumumuzun mantığını kabul etmek üzere yetştirildiyseniz, sorarsınız: "Niçin aşkına 'sahip olduğu için ağlasın?' Niye aşkının keyfini çıkarmıyor?" Mantığımız bizi durmadan uymaya itiyor - deli bir dünyaya ve deli bir yaşama uymaya. Daha da kötüsü, kendimizi burada Shakespeare'in ifade ettiği deneyimin engin derinliklerini anlamaktan engellemiş oluyoruz.
Hepimizin böyle yaşantıları oldu, ama eğilimimiz bu deneyimlerin üstünü örtmeye yöneliyor. Baktığımız güz ağacı göz alıcı renkleriyle öyle güzeldir ki, gözlerimizin yaşardığını hissederiz; ya da duyduğumuz müzik öylesine hoştur ki varlığımızı bir hüzün bürüyüverir. Ağacı hiç görmemiş ya da müziği hiç duymamış olmanın belki daha iyi olduğu, bu soysuz düşünce, bilincimize sürünerek sokulur. O zaman bu huzur kaçıran paradoksla yüzleşmemiş olurduk - "zamanın gelip aşkımı götüreceğini" bilmenin paradoksuyla; sevdiğimiz her şey ölecek. Oysa insan olmanın özü budur, dönmekte olan bu gezegenin üzerinde varolmakta olduğumuz şu kısa anda, zamanın ve ölümün sonunda hepimizden hakkını alacağı gerçeğine karşın bazı insanları ve şeyleri sevebiliriz. Kısa anı uzatmayı arzulamak; ölümümüzü bir sene kadar daha ertelemek anlaşılabilir mutlaka. Ancak bu erteleme, duraklamaya ve sonunda savaşı yitirmeye bir bağlanmadır da.
Bununla birlikte, yaratıcı edim ile ölümümüzün ötesine ulaşabiliyoruz. Bu, yaratıcılığın böylesine önemli olmasının ve yaratıcılık ölüm ilişkisinin yüzleşmemiz gereken bir sorun oluşunun nedenidir.
Rollo May - Yaratma Cesareti
5 Aralık 2010 Pazar
gitmek

Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...
Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey...
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.
Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.
Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız "kalk gidelim",
öbür yanımız "otur" diyor.
"Otur" diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira...
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu...
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz...
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.
Evlenmeler...
Bir çocuk daha doğurmalar...
Borçlara girmeler...
İşi büyütmeler...
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.
Misal ben...
Kapıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki...
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?
"Sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır;
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
Kendi imalatımız küfeler.
Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.
Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar, ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek...
Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa.
Gün içinde mesela...
Küçücük gitmeler yapabilsek.
Ne mümkün.
Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
Ne saçma...
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.
Ben her bahar aşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç,
Ama olsun... İstemek de güzel.
Can Yücel
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)