15 Temmuz 2010 Perşembe

pencereler

"Bir keresinde filozoflardan biri, ruhu, penceresi olmayan bir evle karşılaştırmıştı. İnsanlar birbirlerini hiç görmeden birbirleriyle ilişki kurar, konuşur, iş yapar, birbirlerini izler. Bu bağlamda, insanların birbirleri hakkında sahip olduğu düşünceleri şöyle açıklamıştı filozof: Tanrı herkesin ruhuna ötekilerin resmini, dış etmenlere göre değil, yaşam boyunca tamamen insan ve dünya bilinci olarak gelişebilen bir imge olarak işlemiştir. Ne var ki bu varsayım kabul edilebilir değildir. İnsanların birbirleri hakkında sahip olduğu bilgi, tanrıya temellendirilemez; demek istediğim, sözü edilen evlerin küçük de olsa pencereleri olduğudur; ancak bu pencereler, dışarıda olup biteni dar ve eğri çerçevelerden içeriye yansıtır.

Eğrilik, duyu organlarının algılama biçiminden çok, haletiruhiyenin kederli veya sevinçli, endişeli ya da hırslı, boynu bükük veya dik, karnı tok ya da aç, donuk veya canlı oluşuyla ilgilidir ki yine bu ruh hali, hayatımız boyunca yaşantımızın şeklini ve karakterini belirleyen temeli oluşturur. İşte insanlar arası iletişim, elimizde olmayan dış etmenlerden ayrı, bu temele dayanır. Kapitalist toplumlardaki iletişimin genel geçerli şeklini şu iki imgeyle özetleyebiliriz: Oyun oynarken arkadaşlarına kızdığı için eve çağırılan çocuk, hasta amcasını ziyaret ederek hatasını telafi eder. Galler Prensi yeni kabriosunun direksiyonunda, yaşlı bir bayanın önünden geçer.

Evlerin pencerelerini tamamıyla açabilen tek bir rüzgar biliyorum: Ortak keder."

Max Horkheimer - Alacakaranlık - Monadlar Öğretisi